Blog

#SokakHayvanlarıSahipsizDeğil

Sokak hayvanları için yeni düzenleme geliyor. Bu düzenlemenin içeriği sokakta yaşayan hayvanların “uyutulması” yönünde. 

Sokak hayvanlarının nüfusunun azaltılması için kısırlaştırılması daha mantıklı olmasına rağmen uyutulma fikri vicdani olarak beni derin yaraladı. Sokak hayvanlarıyla ilgili düzenlemenin içeriği az çok gündeme yansıdı, o da şu şekilde. Sokakta yaşayan hayvanlar site ilanlarıyla sahiplendirilmeye çalışılacak. Belediyelerin barınakları bu işi üstlenecek, sokak hayvanlarının fotoğrafları çekilecek ve internette sahiplendirme ilanı yayınlanacak.

30 gün boyunca sahiplenilmeyen hayvanlar iğne ile ilaç vererek uyutulacak. Öncelikle saldırgan cinslerden başlanacağı belirtiliyor. 

Sahiplendirilen hayvanlara çip takılarak Tarım Bakanlığı tarafından takip edilecek. Hayvanları sahiplenen kişinin hayvanı tekrar sokağa bırakması ya da hayvana eziyet etmesi halinde Hayvanları Koruma Kanunu devreye girecek.

Teklifin içeriği önümüzdeki günlerde hatta Meclis tatile girmeden yasalaşması planlanıyor. 

Dışarıda o kadar fazla tacizci, tecavüzcü, hırsız, sapkın insan varken ve onlara adalet işlemiyorken sokak hayvanlarından ne istediklerini bir türlü aklım almıyor. Hayvanlar insanlardan daha akıllı ve vicdanlı varlıklar. Hayvanları toplayıp uyutmak çözüm değil tam tersine bir katliamdır. 

O yüzden öldüren değil, yaşatan yasa istiyoruz.

Nomofobi

Teknolojinin gelişmesiyle teknolojik aletlere alışkanlıklarımız artmış durumda. Telefon, tablet veya bilgisayara bakmadan günümüzü geçirdiğimiz zaman olmuyor. İngilizceden çevrilen no mobile phobia kelimesinin kısaltılması “nomofobi”, dijital cihazsız uzak kalma korkusu olarak kullanılmaktadır. Araştırmalar günde ortalama 2617 kez telefona baktığımızı, bu korkuya teslim olan kişi sayısının %90’dan fazla olduğunu gösteriyor.

Dijital cihazlarda vakit geçirdikçe beyin dopamin salınımı salgılıyor ve dopamin salınımı artan kişilerin teknolojik aletlere karşı bağımlılık geliştiriyor. Peki nomofobi olduğumuzu nasıl anlarız? Sürekli elimizde dijital cihazlar bulunuyorsa, cihazların şarjının bitme ihtimali korkuya neden oluyorsa, şarjı biter diye yanınızda şarj aleti taşıma ihtiyacı duyma, şebeke çekmeyen yerlerden bulunmama, dijital cihazlarla uyuma gibi özellikler nomofobi olunduğunu gösteriyor. 

Neden elimizden telefonları düşürmediğimiz ile ilgili bir araştırma yapıldığında çıkan sonuçlar şaşırtıcı değil. Elimizin altında olmasından dolayı telefonlar büyük bir kolaylık sağlıyor. İstenildiği zaman video izlenirken, istenildiği zaman sosyal medyada vakit geçirilebiliyor. Günlük hayatın stresini azaltan özellikleri içerisinde barındırıyor. Telefonu elinize aldığınız anda sonsuz bir içerik akışı söz konusu. İlginizi canlı tutacak içerikler her daim mevcut. Daha fazla yüklenmesini beklemeden zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Telefonları elimizden düşürmememizin bir sebebi de paylaşım yaptığımızda yapılan beğeni ve yorumlara bakma isteğidir. Takipçilerden gelen beğeni ve yorumlar kişileri mutlu eder böylece anlık memnuniyet sağlanmış olur. Kullanılan uygulamalardan gelen bildirimler telefonda vakit geçirmenize sebep olabilir. Bazı bildirimler sağlık, su, diyet bildirimler yararlı olsa da bazıları ise, gereksiz olabiliyor. Günün stresinden uzaklaşmak için kullanılan dijital cihazlar, olumsuz duygulardan kurtulmamıza sebep olabilir. Fakat nomofobisi olan kişilerin sürekli iletişim ağlarının engellenmesi üzerine kaygıları oluşuyorsa gündelik hayatlarına devam etmeleri çok zorlaşır. Yukarıda bahsettiğim özellikleri dikkate alarak kendinizi değerlendirmenizi ve eğer nomofobiniz var ise biran önce bir uzmandan destek almanızı öneririm.

Avrupa’da Birinci Beko

Geçen gün Arçelik’te çalışan arkadaşlarımdan duyduğum ve televizyonda izlediğim reklama göre Arçelik, Türkiye dahil dünyada Beko kurumsal markasını kullanmaya karar vermiş durumda. 

70 yıla yakın bir geçmişi olan Arçelik bizim ailenin öncelik markasıdır, özellikle servis ağları çok geniştir. Son kullanıcı olarak kullandığım tüm Arçelik ve Beko ürünlerinden memnun kaldım. 57 ülkede 121 iştiraki, 22 markası ve 55 bin çalışanı bulunan Arçelik halka açık bir şirket. Arçelik’in Türkiye dışında, İngiltere, İtalya, Romanya, Slovakya, Polonya, Güney Afrika, Rusya, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Tayland ve Çin gibi 45 ülkede üretim tesisleri bulunuyor. Bu kadar geniş coğrafyada faaliyet gösteren Arçelik, globalleşme stratejisi alarak dünya çapında tek bir kurumsal marka çatısı altında kalmak istediğini açıkladı.

Arçelik’in bildiğimiz diğer markalarını Beko, Grundig, Altus ve Leisure olmak üzere sıralayabiliriz. Küresel markayı güçlendirmek ve küresel operasyonları daha etkin yapabilmek adına Beko adı altında devam etme kararı almışlar. Dönüşüm sadece kurumsal markayı yani şirket markasını içeriyor. Bu dönüşüm Beko’nun globalde sahip olduğu veya limitli kullanım hakkını elinde bulundurduğu  22 tüketici markayı içermiyor. Bu markalarda şu şekilde; Arçelik, Beko, Whirlpool, Grundig, Hotpoint, Artic, Ariston, Leisure, Indesit, Bloomberg, Defy, Dawlance, Hitachi, Voltas Beko, Singer, ElektraBrengenz, Flavel, Bauknecht, Privileg, Altus, İgnis, Polar.

Avrupa’da birinci, dünyanın ikinci beyaz eşya şirketi olan Arçelik’in almış olduğu stratejik kararın geç alınmış doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

Mavi Yeşil Gelecek

Geçen gün Harvard Business Review Türkiye’nin Mavi Yeşil Dönüşüm: Döngüsel Ekonomi Perspektifi ile Sürdürülebilirlik Modelleri adlı etkinliğe katıldım. Orada öğrenmiş olduğum Mavi yeşil gelecek projesinden bahsetmek istiyorum.

Mavi yeşil gelecek, sürdürülebilirlik ve çevre bilinciyle uyumlu bir endüstriyel dönüşümün önemini vurgulayan bir kavramdır. Bu perspektif, işletmelerin çevresel etkilerini azaltmak, doğal kaynakları daha verimli kullanmak ve toplum için daha sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek amacını benimsemektir.

Mavi, suyu betimler ve su kaynaklarının korunması, etkin kullanılması ve su ile ilgili çevresel sürdürülebilirlik önlemleri temsil eder. Sanayiciler için mavi yaklaşımı suyun verimli ve etkin kullanılmasıyla işletme süreçlerinde iyileştirmeler yapmayı ve suyun kirliliğinin azaltılmasını amaçlar.

Yeşil, doğayı ve ekosistemleri temsil eder. Doğal kaynakların korunması, yenilebilir enerji, atık azaltımı gibi çevresel önlemleri içerir. Sanayiciler, yeşil dönüşüm adı altında faaliyetlerinde doğaya zarar verecek tüm etkenleri azaltmayı hedefler.

Mavi yeşil gelecek projelerinden bir tanesi Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj problemidir. Marmara Denizi’nde artan kirlilik, iklim değişikliği ile 2021 yılında denizin birçok yerinde musilaj sorununa neden oldu. İklim değişikliğiyle deniz suyu sıcaklığının ortalamanın üzerinde olması ve denize boşaltılan kanalizasyonlar, sanayi atıkları, tarımda kullanılan kimyasal gübreler, zehirler denizi pisletti. Kirliliğin azalmasına yarayan fitoplanktonlar (minik bitkicikler) azot ve fosfor tüketmek için aşırı çoğaldı ve bu durumda baş edemeyince şekersi bir salgı üreterek kilometreleri bulan, örümcek ağına benzeyen oluşumlar oluştu. Bu yapının adı müsilaj yani deniz salyasıdır.

Deniz ve su kaynaklarının, toprağın, havanın sürdürülebilir yönetimi ile ekonomik kalkınmayı mavi yeşil gelecek sağlamaktadır. İklim değişikliği ile mücadele stratejisinde temel taşını oluşturur. Böylelikle döngüsel ekonomiye geçişi ve toplumun refahını arttırmayı hedefler. Deniz ve su ekosistemlerini korursak, atık yönetimi ve çevre dostu üretim tekniklerini kullanırsak mavi yeşil gelecek bizi bekliyor olacaktır. 

Sharenting (Paylaşılan Ebeveynlik)

Dijital çağa ayak uydururken yemeğimizi, gezdiğimiz yerleri, kendimizi ve hatta çocuklarımızı sosyal mecralarda çok paylaşır olduk. Son zamanlarda konuşulan konulardan bir tanesi de çocukların izni olmadan yapılan paylaşımlar ne kadar doğru, tehlike arz eder mi üzerine. Bugün bende bu konuyu ele almak istedim. 

Aslına bakarsanız çocuğun izni olmadan anne baba tarafından sosyal medyada paylaşılmasının bir ismi var, o da “sharenting”. İngilizce’de “sharing (paylaşan)” ve “parent (ebeveynlik)” kelimelerinin birleşiminden oluşan bir kavram. Ailelerin çocuklarını sosyal medyada paylaşmaları dijital mahrem kavramını ortaya çıkardı ve çocukların paylaşımlara onayının olup olmaması gündeme geldi. Çocuklarınıza arşiv olsun diye yapılan paylaşımlar, çocuklara ileride zarar verip vermeyeceğini bilemediğiniz bir duruma sebep olabilir. 

Sharenting kavramı içerisinde, çok masum görünen mesela çocukların ilk adımları yada yemek yerkenki fotoğrafları paylaşılması halinde basit ve ilgi çekici görünse bile tehlikelere yol açabilir. Paylaşım kimi için şirin ve tatlı gelebilir fakat kimi çocuk içinse itici ve onur kırıcı olma ihtimali vardır. Paylaşımlarda çocuğu rahatsız edici bir kusur gözükmese bile içerik kötü niyetli kişiler tarafından kullanılabilir. Sosyal medya platformlarının teknik özellikleri belirli bir oranda kullanıcıları korudukları gibi paylaşım yapan kişiye de büyük sorumluluklar yüklüyor. Dolayısıyla içerik üretirken bunun geri dönüşü olmayan bir şekilde yayılabileceğini ve tehlikesine de karşı koyulamayabileceğini bilmek gerekmektedir.

Çocukların dijital ayak izini bırakırken banyodayken, çıplakken yada benzeri uygunsuz resimler paylaşılmamalı. Anı değeri olan içerikler bile daha özenli paylaşılmalı. Okuduğum bir habere göre, bazı ülkelerde 18 yaşına gelen çocuklar ebeveynlerine benden izinsiz sosyal medyada fotoğraflarımı paylaştılar diyerek dava açıyorlarmış. Burada söz konusu olan bir çocuğun sosyal medyada fotoğrafının paylaşılmasına izin verip veremeyeceği. Bazı uzmanlar çocuğun tasarrufu olmayan konularda iyi niyetinin bu şekilde kullanılmasına istismar olarak görüyor. Dolayısıyla sharenting, dikkat edilmesi gereken bir konu ve yapılacak paylaşımlara da özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yapay Yaprak

İtalya’da IEEE Robotics and Automation Letters dergisinde yayımlanan bir rapora göre, yapay yaprak tasarlandı. Yapay yapraklar Led ışıkları yakmak ve kendine güç sağlamak için yağmur damlalarından yararlanarak çalışıyor. Gerçek bitkilerin arasına yapay yapraklar yerleştiriliyor ve sistem bu şekilde işliyor. Rüzgarın etkisiyle yapraklar hareket ediyor ve iki yüzey birbirine değip ayrılıyor, bu durum akım oluşturuyor. 

Yapılan araştırmada, zakkum bitkisi kullanılıyor. Zakkum yapraklarının arasına yapay yapraklar ekleniyor ve enerji üretme yeteneği değerlendiriliyor. Tek su damlalarının 40 volt ve 15 mikroamperin üzerinde voltaj ve akım tepe noktaları oluşturabileceği ve 11 led ışığı çalıştırabileceği gelen sonuçlar arasında. 

Araştırmacılar sonuçları aynı anda veya farklı anlarda, rüzgar ve yağmur enerjisiyle üretmenin mümkün olduğunu ortaya koydu. Benzer modeller  ve koşullarda da elektrik üretilebilmesinin mümkün olduğu söyleniyor. Sistemleri açık havada, değişken rüzgar hızında ve yağmur koşullarında da ayrıntılı olarak test edecekler.

Rüzgardan elektrik üretmek için kullanılan yapay yapraklar daha önce kullanılmış fakat yağmur damlalarından enerji üretmek yeni bir süreç. Bu yeni bilgiyi sizlerle paylaşmak istedim, umarım benim gibi sizi de yağmurdan enerji elde fikri heyecanlandırmıştır.

#ErosİçinAdalet

İbrahim Keloğlan, 1 Ocak 2024 tarihi sabaha karşı apartmanın asansörüne binerken Eros’u görmüş ve tekmelemeye başlamıştı. Tekmelemelere maruz kalan Eros kaçmış fakat İbrahim Keloğlan durmayıp Eros’un arkasından giderek işkenceyle öldürmüştü. Bu görüntülerin hepsi İbrahim Keloğlan’ın kaldığı sitenin güvenlik kamerasına yansımıştı. Gözaltına alınan ve Küçükçekmece’de görülen davada 1 yıl 6 ay hapis cezası alan Keloğlan, iyi halden dolayı cezası 3 aya indirilmişti. Daha sonra İbrahim Keloğlan’a uygulanan cezaya, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı ve İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi itiraz etmiş ve İbrahim Keloğlan hakkındaki kararın kaldırılmasına karar verilmişti.

Bugün ise Eros’un davası Küçükçekmece Adalet Sarayı, 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Büyük bir katılım olan davaya hayvan ve yaşam hakkı savunucuları akın etti. Duruşmaya yoğun ilgi olduğu için büyük bir salona geçiş yapıldı. 

Eros için adalet çağrısında bulunan kişilerden bir tanesi de Galatasaraylı futbolcu Mauro Icardi. Sahiplendiği kedileri ile sosyal medyada, kedilerin üzerinde ” Bugün Eros’a Yarın Bize #ErosİçinAdalet” yazılı pankartlı bir paylaşım yaptı.

6 dakika boyunca bir canlıya işkence yaparak öldüren insanın iyi halden cezalarının azaltılması veyahut yeri geldi mi serbest bırakılması gerçekten akıl almaz bir durum. İzdiham yaşanan mahkemede, savcı ” sanık, kediyi kaçmasına rağmen ısrarla takip etmiş, merhametsiz ve acımasız bir şekilde canavarca öldürmüştür. Tüm deliller doğrultusunda sanık hakkında üst sınırdan ceza verilmesini ve tutuklanmasını talep ediyorum” dedi. İbrahim Keloğlan’a hakim 2 yıl 6 ay ceza verdi ve yurt dışı yasağı koydu. İyi halden serbest bırakıldı. Türkiye Eros’un kimsesiz olmadığını gösterdi ama yine başarılı olamadı.

Ülkemizde hayvanlara yapılan zulüme karşı caydırıcı cezalar uygulanması şarttır. Uygulanmadığı sürece, hayvanlarımızı savunamıyor ve canlarını tehlikede bırakmış oluyoruz. Umarım Eros’un davası emsal olur, suç işleyenlere ceza verilir ve hayvanlarımızın sahipsiz olmadığını hep birlikte görmüş oluruz.

Kadın Dostu Firmalar

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nü geride bıraktık. Daha önce sizlerle 8 Mart’ın hikayesini paylaşmıştım şimdi de uluslararası şirketlerin kadın haklarına bakış açılarından bahsedeceğim.

Türkiye’de çalışan her 4 kadından 3’ü hayatı boyunca şiddetin en az bir türüyle karşı karşıya kalıyor. 2013 yılında başlatılan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve Sabancı Vakfı ile TÜSİAD’ın işbirliği kapsamında iş dünyasının, “İş Dünyası Ev İçi Şiddete Karşı” (BADV) konusunda çalışmaları bulunuyor. “Ev İçi Şiddete Karşı” en iyi uygulama örneklerinin başında Sabancı Holding geliyor. Sabancı Holding, Forbes’un gerçekleştirdiği “Dünyanın En Kadın Dostu Şirketleri” araştırmasında listeye giren ilk ve tek Türk şirketi oldu. 

Vestel, 2019 yılında Kadın Teknisyen Eğitim projesini başlatıyor ve yetkili servislerde çalışan müşteri temsilcilerine eğitim sonrası teknik destek ekiplerinde çalışma imkanı sunuyor. “Herkes İçin Eşit Bi’Hayat Mümkün”, Mutlu Bi’Anne gibi toplumsal eşitliliğe ve çalışan annelerin çalışma hayatındaki daha eşit şartlara sahip olabilmesini sağlayan projeler Vestel tarafından geliştiriliyor.

Doğuş Grubu, kadınların toplumda ve iş dünyasında aktif olmasını destekleyen “Doku” platformunu kuruyor. Doku platformu, kadınların emeklerinin ekonomik güce dönüştürmesini sağlıyor. 2013 yılında “İş’te Eşitlik Bildirgesi”ni imzalayan Doğuş Grubu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile “İstanbul Finans Merkezi Yolunda Hedef 20 Bin Kadın” projesine destek olarak 4 yılda 20.000 ev kadınına finansal okuryazarlık eğitimi vermiştir.

Coca-Cola toplumsal eşitlik etkisini arttırmak için “Kız Kardeşim” projesini hayata geçirdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Habitat Derneği iş birliği ile birçok genç kadına destek olan program 450.000 aşkın kadının hayatına dokunuyor.

2019’da başlatılan “Kadın Çalışan Bağlılığı Proje Grubu” ile Migros, kadın çalışanlara yönelik en doğru yaklaşımı, çalışma şartlarını ve önerileri geliştirmeyi hedefliyor.

Kadın haklarını savunan firmalar gün geçtikçe çoğalıyor ve farklı projelerle toplumsal eşitliğe vurgu yapıyorlar. Sonuç olarak, kadınlar için yürütülen programları bilmek ve markaların bu konudaki hassasiyetinin farkına varmak beni mutlu etti.

İlk ve Son

2021 senesinde BluTv’de yayımlanan İlk ve Son dizisini yeni izleme fırsatı buldum. İlk başladığı zaman çok büyük yankı uyandırmıştı bende merak etmiştim ama beklediğime değdi. Size teaser vermeden İlk ve Son’dan etkilendiğim kısımlarını anlatacağım.

Öncelikle bir drama dizisi olduğunu söylemem gerek. Hatta psikolojik-dram diye bir teknik varsa o bile olabilir. Konusu her ilişki başladığı zaman gayet güzel başlar ve zamanla sıradanlaştığını anlatıyor. Burada tam olarak başlangıç, gelişme, sonuç bölümlerini insan ilişki için anlatıyorlar. Oyuncular Türkiye’de izlerken en keyif aldığım oyuncu kadrosunu barındırıyor. Özge Özpirinçci, Salih Bademci, Ushan Çakır.

Özge Özpinçci’nin karakteri; deli dolu, aileden özellikle babadan dolayı yaşadığı travmalarla bir türlü baş edemeyen ve bunu etrafını yakarak belli eden ama bir o kadar da sevgiye aç bir kadını barındırıyor. Salih Bademci ise; abisini araba kazasında kaybetmiş, uzun süre kazadan sonra babası komada kalıp sonrasında pek konuşmayan, annenin baskın olduğu Bursa’lı bir ailenin küçük oğlu. Aşırı duygusal, özellikle eşi olan Özge Özpirinçci’ye göre fazla düşünceli, sorunlarla ilgili konuşmayı isteyen, ilişkiyi kuran ve yürütmeye daha özverili olan kişidir.

On yıldan daha fazla süren bir çiftin seks hayatlarına özellikle vurguda bulunan İlk ve Son’da, süreç içerisinde ilişkilerinin bambaşka bir boyuta bürünmesinden her bölümde bahsediliyor. Diziyi izlemediyseniz, her bir bireyin travmalarının geçmişe dayandığını ve bunu çözümlemek için konuşmanın gerektiğini, korkuların üzerine giderek doğrularla yüzleşmek gerektiğini İlk ve Son’da göreceksiniz.

Bir geçmiş bir gelecek şeklinde ilerleyen bölümler mevcut bazen ne oluyor anlamadım dediğiniz zamanlar olabilir. Fakat sıkılmadan sezonu bitirmenizi tavsiye ederim çünkü başı güzel başlayan olayların sonu da güzel bağlanıyor. Umarım sizde diziyi izledikten sonra kendinizle ilgili birkaç şey keşfedebilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler…

Skimpflasyon

Her gün bir ürüne zam gelerek uyanıyoruz. TÜİK’in verilerine göre enflasyon oranlarıyla piyasadaki enflasyon oranları örtüşmüyor. Enflasyon sadece bizim ülkemizde değil tüm dünyada yaşanıyor fakat bizim hissettiğimiz biraz daha etkili oluyor.

Enflasyon, fiyat düzeyinin sürekli olarak artışıdır. Enflasyonda önemli olan, bir kereye mahsus olmaması ve sürekli olarak fiyat düzeyinin yükselişte olmasıdır. Farkında olduğumuz fakat terimsel olarak anlamını bilmediğimiz bir kavramla sizi tanıştırmak istiyorum. Skimpflasyon, ürünün kalitesini düşürerek içeriğinin değiştirilmesi ve aynı fiyatta kalmasıdır. Fiyat değişmediği için ürün ya da hizmet enflasyondan etkilenmemiş gibi gözükür ama bu doğru değildir. Tüketici ürünün içeriğinin ve kalitesinin detayını bilmezse aldatılmış olur. Örnek vermek gerekirse, Ocak ayında 1 kg un 40 Türk Lirası iken, şubat ayında 750 gr unun da 40 Türk Lirası olma durumudur. Kalite olarak örneklersek, ocak ayında 4 katlı tuvalet kağıdı 200 Türk Lirası iken, şubat ayında 3 katlı tuvalet kağıdının 200 Türk Lirasına satılmasıdır. 

Hizmet ve ürün sağlayan firmalar ortaya çıkan maliyet artışlarını tüketiciye belli etmeden kaliteden ödün vererek fiyata yansıtmış oluyor. Dolayısıyla enflasyon olmasına rağmen gizlenmiş oluyor. Bu durumda yukarıda verdiğim örneklerde gramajların düşmesi ve kötü kalitedeki ürünlerin aynı fiyatta kalmasıyla zarar gören tüketiciler oluyor. 

Skimpflasyon enflasyonu gizlemek için yapılan bir müdahaledir. Yapılması gereken, gerçek enflasyonu kabul edip bunu düşürmek için para ve maliye politikalarını olması gerektiği şekilde hayata geçirmektir.