Gün geçmiyor ki canım Türkiye’m de bizi şaşırtacak şeyler yaşanmasın. Cuma akşamı dostlarla sohbet ederken internetimizin kesildiğini fark ettik ve kendi aramızda yine bir şeyler oluyor ve biz internete ulaşamıyoruz dedik. Cumayı cumartesiye bağlayan saatlerde alınan kararlar hepimizi şok etti. T.C Cumhurbaşkanı kararı ile “İstanbul Sözleşme” feshi ve Merkez Bankası başkanının görevden alınması haberlerini okuyunca, milletçe inanılmaz bir güne merhaba dediğimizi anlamış olduk!
Bu yazımda ele alacağım konu; İstanbul Sözleşmesi’nin kapsamı ve önemi, aynı zamanda içeriğinde neler bulunduğu olacaktır. 2011 yılında imzalanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından kabul edilen “İstanbul Sözleşmesi” kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla ilgili temel standartların belirlenmesini kapsayan uluslararası insan hakları sözleşmesidir. İstanbul sözleşmesi diye geçmesinin de sebebi, 11 Mayıs 2011 yılında İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinde İstanbul’da imzaya açılmış olmasıdır. Türkiye, bu sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olarak tarihe geçmiştir.
Tüm dünyaya aile içi ve kadına şiddete hayır demeyi öncü olarak misyon edinen Türkiye’nin şu anda düştüğü durum içler acısıdır. Metni kaleme alanlardan ve sözleşme sürecinde müzakere edenlerden biri olan Prof. Dr. Feride Acar (İstanbul Sözleşmesi İzleme Organı Grevio Eski Başkanı) “İstanbul Sözleşmesi ileriye atılan bir adımdır. İstanbul Sözleşmesi içerisinde değerlere ters düşen her hangi bir madde yoktur. Kadın ve erkeğin daha eşit olması yönünde yapılan bir sözleşmedir. Sadece Türkiye’ye mahsus değil imzalayan tüm ülkeleri de kapsayan bir insan hakları sözleşmesidir” diyerek açıklamada bulunmuştur.
İstanbul Sözleşmesi 4 ana maddeyi içinde barındırıyor.
- Kadına yönelik şiddeti azaltmak
- Şiddete maruz kalan kişileri korumak
- Şiddeti uygulayan kişilerle ilgili adil yargılama ve caydırıcı cezalar vermek
- Şiddeti önleyici bütüncül politikalarla (siyasi, ekonomik ve toplumsal) bu süreci yönetmek
Dünyanın en iyi, en kapsamlı, en yaptırımcı sözleşmesini bile yapsanız, uygulamadığınız sürece sonuç alamazsınız. 2002 yılında yaşanan ve ülkemizce büyük bir ayıbın örneği olan Nahide Opuz davasını belki de çoğunuz biliyorsunuzdur ama ben yine de sizlerle paylaşmak istiyorum. Kocası tarafından şiddet gören Nahide Opuz, darp-ağır yaralanma ve cinayete teşebbüsten kocasına dava açıyor fakat kocası kanıt yetersizliğiyle serbest bırakılıyor. Kocasının, annesini (Nahide Opuz’un annesi) öldürmesiyle birlikte dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) taşınıyor. Bu davada, Türkiye’nin şiddet gören bir kadını savcılığa başvurduğu halde, kocasından koruyamayarak ayrımcılık yaptığı tespit edildi. Türkiye, mahkeme oybirliği ile kendi vatandaşını koruyamadığı için ceza alan ilk ülke oldu! Ülkemizde Nahide Opuz davası gibi, hatta daha da canımızı yakan gerçekler mevcut ve maalesef var olan kanunlarımıza, sözleşmelerimize rağmen biz bunları uygulayamıyoruz bile…
İstanbul Sözleşmesinin içeriğine, insan hakları ve kadın-erkek eşitliği perspektifinden bakılmalıdır. Sözleşmenin itibarsızlaştırılmasıyla birlikte verilen fesih kararı tamamen bir algı yönetimidir. Hükümetin kendince bazı algıları var ama bu çıkarımlar o kadar yanlıştır ki biz bu algı yönetimini nasıl değiştirebiliriz diye düşünmemiz gerekiyor. İstanbul Sözleşmesinin feshi için yapılan açıklamalarda duyduğum ve üzüntüyle dinlediğim “siyaseten zorunlu hale geldi” cümlesi beni korkutuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin bilinirliliğinin artmasıyla birlikte destekler ve farkındalıklarda artmış ve aile içi şiddete maruz kalan bireyler kendilerini daha korunaklı hissetmişlerdir.
Tartışmalara neden olan, cinsel yönelimler kavramlarının çarpıtılması oldukça komik ve dar görüşün örneğidir. Cinsiyet, ırk, kimliğimiz ve cinsel yönelimlerimiz ne olursa olsun insan haklarımız elimizden alınamaz, ayrımcılık söz konusu olamaz ve İstanbul Sözleşmesi tamamen şiddeti azaltacak kapsama sahip olduğunu kimse değiştiremez! Sözleşmeden çekilmek Türk toplumundaki kadının yerini ve değerini gösterir. Meclis iradesini yok sayarak, tek bir erkeğin imzasıyla tüm kadınları ve insan haklarını kapsayan sözleşme elimizden alınamaz. Türkiye’de kadınların seçme seçilme hakkı, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1930’larda verilirken, biz şu anda 80 yıl öncesine gitmeye gönlümüz el eriyor mu sanıyorsunuz?
Bu arada hukuki usul olarak bilmenizi isterim ki, AİHM Eski Yargıcı Rıza Türmen ” Viyana Antlaşmalar Sözleşmesi’ne göre; sözleşmeden çekilme kararı alındığı zaman 3 ay ihbar süresi bulunduğu, ihbar süresince taraf diğer ülkelerin itiraz hakkının bulunduğu ve çekilemezsiniz diyebileceklerini” bir açık oturumda dile getirdi.
İktidara geldiklerinden beri, kadını 2.planda gördüklerini her fırsatta bize kanıtlayan hükümetimiz, yine yeniden bu geriye gidişimizin yol haritasını kendilerine göre çizdiklerini gözler önüne serdi.
Baharın gelişini kimse engelleyemeyecek ve #istanbulsozlesmesiyasatir demeye devam edeceğiz!!!