Blog

Nedir Bu Clubhouse?

Herkesin son zamanlarda konuştuğu bu sosyal medya uygulamasını ben de merak edip, indirenlerdenim. Instagramda bir çok ünlünün sohbete düştüğü odalardan bahsetmesiyle Türkiye’de bilinirliliği artan Clubhouse’u şu an sadece IOS kullanıcılarının kullanabildiğini biliyor muydunuz?

Clubhouse’da pandemi dönemi sıkıntılarımızı gidermek amaçlı fırsattan yararlanarak oluşturulmuş bir girişimcilik projesi. Eve kapanmalarla birlikte bozulan psikolojimizi görüntülü konuşmalarla, Zoom’da yaptığımız hoş sohbetlerle biraz olsun düzeltmeye çalışır olduk. Bu dijital aktiviteler evet bize iyi geliyordu ama bir eksiklik vardı, “networking” dediğimiz bir topluluk içine girip yeni insanlarla tanışmak, sosyalleşmek, fikir alışverişinde bulunmaktı. İşte tam da bu noksanlığı Clubhouse yaratıcıları fark etmişti…

Clubhouse’da resim paylaşamazsınız, görüntülü konuşamazsınız, yazı yazamazsınız sadece odalar üzerinden etkileşim sağlayabilirsiniz. Oda denilen kavram ise; kullanıcıların ister sohbeti dinleyebildikleri isterse de konuşmacı olarak dahil olabildikleri sohbet ortamı. Ses tabanlı olan uygulamaya üye olmak da çok kolay değil. IOS kullanıcısı olmanız ilk koşul olmakla birlikte profil oluşturduğunuzda SMS yoluyla hesap doğrulama yapılıyor ve sizi bekleme listesine alıyor. Eğer ki Clubhouse kullanan arkadaşlarınızdan  davet almanız durumunda bekleme listesinde beklemeden üyelik işleminiz tamamlanmış oluyor. Uygulama sisteme giriş yapmadan ilginizi çekebilecek konu başlıklarını önünüze seriyor ve seçim yapmanızı istiyor. Bu adımları yaptığınızda sohbet odalarına daha kolay dahil olmanız sağlanıyor. Bir odadayken konuyla ilgili konuşmak istiyorsanız “el kaldırma” butonuna basıp konuşmaya katılabiliyorsunuz.

Biraz da uygulamanın kısıtlamaları ve gizlilik politikalarından bahsedelim. Yaş kısıtlaması bulunuyor; Instagram, Twitter, Facebook gibi bir çok sosyal medya uygulamalarında 13 yaş olan kısıtlama, Clubhouse’da 18 olarak belirlenmiş. Üye olurken alınan kişisel verilerinizi ABD tesislerine ve sunucularına aktarılacağını kabul edip üyeliğinizi gerçekleştirebiliyorsunuz. Aynı zamanda sohbet odalarında yapılan konuşmaların “geçici” olarak kaydedildiği ve herhangi bir güvenlik ihlali olursa, araştırmak amacıyla saklandığını ve araştırma bitince silineceğini kayıt olurken kabul ediyorsunuz. 

Her geçen gün popülerliği artan uygulamanın 21 Ocak 2021 tarihi itibariyle piyasa değerinin 1 milyar dolara ulaştığı ve Clubhouse yatırımcı sayısının da 180’ni geçtiği söyleniyor. Bu rakamlarla Clubhouse, Silikon Vadisi’nin en genç Unicorn’u ünvanını ele geçirmişe benziyor.

En yakın zamanda Android kullanıcılarının uygulamadan yararlanabileceğini söylemeyi de bir borç bilirim ☺️

Açıklanmamış Dil: Çekirdek Dil

En son bitirdiğim kitaptan sizlere bahsetmek istiyorum: Mark Wolynn “Seninle Başlamadı”. Kalıtsal aile travmalarının kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelmenin yollarından bahsediyor. Bir kaç konu ilgimi fazlasıyla çekti. Şimdi onlardan bir tanesine değineceğim.

Hayatımızda kimi zaman çok mutlu kimi zaman üzgün kimi zaman da tükenmiş hissettiğimiz oluyor. Ve bir çok yaşadığımız kötü zamanlar travmalara sebep oluyor. Travmalar, fark etmesenizde arkalarında anılar bırakıyor; bir söz, bir duygu ya da bir aksiyon gibi… Deneyimlerimizi tarif etmekte zorlandığımız 2 önemli zaman vardır. Bunlardan birincisi 2-3 yaşında olduğumuz beyinlerimizin dil bölgesinin henüz tam olarak gelişmiş olmadığı dönemlerdir. İkincisi ise travmatik olaylar sırasında meydana gelir, bellek fonksiyonlarımız bastırılır ve bilgiyi doğru biçimde işleyemeyiz*.

Bunaldığımızda, sıkıldığımızda ilk başvurduğumuz şeylerden biri dildir. Bilinçaltımızda bulunan ve konusu olmayan deneyimlerin hepsi içimizdedir ve bazen bunlar farklı şekilde belirebilir. Mesela kronik hastalıklar veya açıklanamaz davranışlar gibi. Çekirdek dil, açıklanamamış anılarımızı açıklamaya yardımcı olur ve hatırlamadığımız olayları, anıları bir araya getirmemizi sağlar. Çekirdek dil sözel olmayan yollarla da kendini gösterebilir. Mesela Hansel ve Gratel kandırılarak karanlık ormana götürülüyor. Evlerine geri dönmeyi garantilemek isteyen Hansel,  ormanda yol boyunca ekmek kırıntılarını yola bırakıyor. Buradaki ekmek kırıntıları aslında bizim doğru yolu bulmamızı sağlayacak sözcüklerimizdir. Masallardaki gibi, yolumuzu bulmak için sözcüklerin yolunu izlemek yerine, bazen ilaçlara başvururuz ya da sigarayla, alkolle veya seksle kendimizi rahatlatmaya çalışırız. Halbuki bu yollar bizi kısa süreli mutlu eder ve gitmemiz gereken yere asla bizi götürmez.

Geçmişimiz keşfedilmeyi bekliyor ve biz bunu çok erteliyoruz. İlk olarak atmamız gereken adım sözcüklerle barışmak ve geçmişte çözümlenmemiş ne varsa çözüp geleceğe o şekilde devam etmektir, benden söylemesi…

*Mark Wolynn, Seninle Başlamadı 2016, 67

50 m²

Geçen hafta Netflix’de yayınlanan 50 m² dizisini tabii ki de izledim. BKM yapımı olan senaristliğini Burak Aksak’ın, yönetmenliğini de Selçuk Aydemir’in yaptığı 50 m²’nin ilk sezonu 8 bölümden oluşuyor. Bu arada dizinin senaryosu 2017 yılında yazılmış ve hatta TRT’ye sunulmuş fakat maddi sorunlar nedeniyle çekilememiş.

Konusu biraz sıradan aslına bakarsanız. Anne ve babasının kimin öldürdüğünü bulmakla geçen Gölge’nin (Engin Öztürk) hayatını anlatıyor. Sıradanlık şurada başlıyor; zengin bir müteahhitin eline geçen küçük bir mahalleyi kurtarmak gibi eski Türk filmlerini aratmayacak bir konuya değiniliyor. Gölge kendi babası gibi bellediği Servet’in (Kürşat Alnıaçık)ihanetinden sonra 50 m² bir terzi dükkanının birden bire sahibi olarak kendisini buluveriyor. Hem Servet’ten kaçıyor hem de o sıcak mahallelilere yardımcı oluyor. Bu yaşına kadar adı bile belli olmayan Gölge bir kimliğe sahip oluyor ki, bu süreç onun iyi bir insan olma yolunda önemli bir yol katettiriyor. Bence dizinin en iyi kısmı, Cengiz Bozkurt’un canlandırdığı karakterin muzipliği. Onu izlemek gerçekten çok keyifli. Civan karakterini oynayan Özgür Emre Yıldırım’ı da oldukça başarılı bulduğumu söylemeden edemeyeceğim. Geçmişten gelen hırsları, hayal kırıklıkları ve bunu hayatına yansıtmasıyla karakterine güzel bir derinlik kazandırmış.

Dizide klişelere fazlasıyla yer verilmiş. Mafya ve delikanlı hikayesi dizinin belli bir kısmını oluşturması çok eğreti durmuş bana sorarsanız. Kentsel dönüşüm zaten çoğu yerde işlenen konulardan bir tanesi. Küçük sevimli mahalle halkı klişelerin belki de en güzeli ve samimisiydi.

Ortalama bir televizyon dizisi tadında olan 50 m²’yi tavsiye eder misin diye sorarsanız, beklentiniz yüksek değilse ve vaktiniz varsa izleyin derim…

Aşı Günlüğü

Türkiye’ye Çin aşısı geldi ve önce sağlık çalışanları aşılanmaya başlandı. Uzmanlar herkesin aşı olması konusunda hem fikir. Risk gruplarına göre sırayla tüm vatandaşlar aşımız yettiğince aşılanacağız. Peki şu anda Çin’li biyofarmasötik firması Sinovac tarafından geliştirilen CoronaVac aşısına halk güveniyor mu? Yan etkileri biliniyor mu? 2 doz uygulanacak olan aşının 2. dozu, aşı olanlara yapılacak mı? Yapılırsa 14 mü 28 gün sonra mı yapılacak? Yapılmayacaksa o zaman ilk yapılan dozun etkisi ne kadar sürecek? Kafamızda deli sorular şeklinde dolaşıyoruz ve yetkili merciler bu sorularımızın cevaplarını bizimle paylaşma gereği duymuyorlar bile…

CoronaVac aşısının, Pfizer/BioNTech ve Moderna aşılarından farkı; vücudun bağışıklık sistemini riske atmadan virüse maruz bırakmak için öldürülmüş viral partiküllerle çalışan inaktive edilmiş aşı olduğunu biliyoruz. Yani kuduz aşısı gibi geleneksel yöntemlerle geliştirilmiş bir aşı yöntemi. %95 başarı oranıyla Pfizer/BioNTech ve %94 başarı oranı olan Moderna aşıları ise Mrna yöntemiyle geliştirildi. Ama şu ana kadar bu aşı yönteminin, toplumda kullanılmış ve başarılı bir örneği bulunmuyor maalesef.

Bu kadar bilimsel açıklamalardan sonra gelelim Türkiye’de kullanılan CoronaVac aşısının yan etkilerine. Aşılama başladığından beri en sık görülen yan etkiler; yorgunluk, baş ağrısı, aşı yapılan bölgede ağrı olduğu yönünde. CoronaVac Türkiye’de %91,25, Endonezya’da %65, Brezilya’da %50,38 oranında etkinliğe sahip olmasının sebebini Prof. Vedat Bulut şöyle değerlendiriliyor: “Bu rakamın düşük olmasının nedeni, çalışma yapılan bölgenin ekonomik koşulları, beslenme ve diğer enfeksiyon hastalıklarından kaynaklanmış olabilir. Aşı çalışmalarında değişik kıtalarda değişik insanlarda, topluluklarda çalışma yapılmasının nedeni de budur. Yani farklılıkları görmektir.” Bu arada Sinovac, internet sitesini Türkiye’den erişime kapattı ve “Türkiye’den bilgisayar korsanlarının sitemize saldırması nedeniyle Türkiye’den erişimi engelledik” şeklinde açıklama yaptı. 

Dünyaca bu kadar ciddi ortak bir konumuz varken, saçmalayan insanların haberleriyle de sesli gülmek hepimize motivasyon oluyor. İsrail’de Ultra- Ortodoks Daniel Asor isimli haham Covid-19 aşısı yaptırırsanız eşcinsel olursunuz diyerek takipçilerine çağrıda bulundu. Aşılama çabalarının yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışan küresel çapta kötü niyetli bir yönetimin parçası olduğunu da iddia etmekten kaçınmadı. Akıl tutulması yaşayan ve bu tarz homofobik açıklamalar yapan kişilere Allah’tan akıl sağlığı diliyorum.?

Velhasılıkelam, aşılama süreci Türkiye’de başladı ve bizde aşı ile ilgili bilinmesi gerekenleri her geçen gün deneyimleyerek öğrenmeye devam ediyoruz…

İyi Bir Gelecek İçin Gönüllülük

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1985 yılında, gönüllü çalışmaları ve faydalarını dünya çapında duyurmak ve gönüllü programlara katılımı arttırmak amacıyla 5 Aralık tarihini her yıl Dünya Gönüllüler Günü olarak kutlanmasına karar vermiştir.* Bende bilgi ve deneyimlerimi paylaşarak ve kendi nezdimde insanların gelişimine katkıda bulunmak amacıyla gönüllü bir şekilde çalışmalarıma devam ediyorum. 

Bir kişinin hayatına dokunmak, fikir alışverişinde bulunarak yol göstermek ve gelişimine destek vermek çok güzel bir duygu. Hayatımda yaşadığım deneyimleri, edindiğim tecrübeleri paylaşmak her zaman hoşuma gitmiştir. Genellikle bu paylaşımları çalışma arkadaşlarımla ya da dost meclislerinde yapmayı tercih ederdim. Daha sonra anladım ki bu bilgiler, uzmanlıklar, karşılaşılan zorlukları aşabilme ve başarılı olabilme hikayelerini daha profesyonelce yapmalıyım. Bu arada bahsettiğim konular sadece iş hayatı üzerine değil, ailesel, kişisel veya arkadaşlıkları da kapsıyor. Bu düşünceyle yola çıkarak gönüllülüğün esas olduğu mentorluk programına dahil olmaya karar verdim.

İnsan gelişiminin en eski yöntemlerinden birisidir mentorluk. Vakti zamanında Steven Spielberg “Birisine mentorluk yapmanın hassas dengesi, onu kendi imajınızda yaratmak değil, ona kendini yaratma fırsatı vermektir.” demiş. Çokta haklı çünkü çoğu kişi mentorluğu; problemleri çözen, her konuda tavsiye vermeye çalışan ve bunu para karşılığı yapan kişiler tarafından yapılan bir tür danışmanlık olarak biliyor. Size kısaca şunu söylesem aslında daha net kafanızda mentorluk kavramı oturacaktır: İskender ve Aristo, Fatih Sultan Mehmet ve Ak Şemseddin, Yunus Emre ve Taptuk Emre, Schiller ve Goethe gibi bildiğimiz kişilerin arasında oluşan ilişki örneklerine mentor – menti ilişkisi diyoruz. Yani mentorlar bilge kişi, tecrübeli ve alanlarında uzman olan kişilere, dolayısıyla mentiler de mentorlara göre daha az deneyimli kişiler olarak tanımlanıyor. Bir nevi “öğretmen – öğrenci” veya “usta – çırak” ilişkisine de benzetiliyor.

Ben başkalarının başarılarına katkıda bulunmaktan ve yardımcı olmaktan memnuniyet duyan bir kişiyim. Kavram olarak buna mentor denildiği içinde, evet kendime mentor diyorum. Yüksek lisansımı Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptım ve okulumun mentorluk programına katıldım. Pandemiyle birlikte yüz yüze olan süreçlerin hepsi artık dijitale kaydığı gibi mentorluğu da; E-Mentorluk olarak devam ediyoruz.  Batuhan ile doğru bir eşleştirme sonucunda tanıştık. Mentorluk programının başarılı olmasındaki en önemli kriterlerinden biri 2 tarafında anahtar – kilit şeklinde uyumlu olabilmesidir. Anlayacağınız üzere, Batuhan benim mentim; aynı dili konuşabiliyor ve ayakları yere basan kendinin farkında olan bir öğrenci. 2 haftada bir yaptığımız dijital ortamdaki görüşmelerimizde bir çok konuya değindik ve değinmeye de devam edeceğiz. Gönüllü olarak yaptığım e-mentorluğun hem mentiye hem de bana çok şey kazandırdığını sizlere samimi şekilde söyleyebilirim. Öncelikle bu süreçte mentiyle bağ kurmak önemli hele ki onlara pozitif bir yaşam biçimi için rehberlik etmek kendimi de iyi hissettiriyor. Gönüllülükle yapılan her şey mutluluk hormonunun daha çok salgılanmasına neden oluyor. Yapılan araştırmalara göre, gönüllü çalışmalar bağlılık hormonu olarak bilinen oksitosin ile haz ve mutluluktan sorunlu dopamin ve endorfin hormonlarının salgılanmasını destekliyor. Aynı zamanda strese yol açan kortizolün düşmesi de dikkat çekici.

Sonuç olarak; gönüllü olarak yaptığım e- mentorluk kendimi mutlu ve başarılı hissettirdiği gibi sosyal bir girişimciye de yardım etmek beni keyiflendiriyor. Tabi ki mentorluk içinde belli başlı sahip olunması gereken özellikler ve çıkarılması gereken yol haritası olmazsa olmazlardan. Bunları sizlere teker teker yazmayacağım, korkmayın. Sadece şunu içtenlikle belirtmek isterim; mentorluk ön yargılardan uzaklaşarak iyi bir iletişimci olmayı gerektiriyor. Aynı zamanda gönüllü olarak mentiyi anlamak için dinlemek, mentiye cesaret ve ilham vermek en güzel özelliklerden bir tanesidir. Kendimi sürekli geliştirmeye ve uzmanlık alanlarımdaki yenilikleri takip etmemi sağlayan mentorluğu umarım tüm hayatım boyunca yapabilirim. Evet ya yaparım neden yapamayayım ki, değil mi? ?
* TEGV Dünya Gönüllüler Günü makalesi.

Boğaziçi Direniyor

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Gazi Üniversitesi rektörünü atarken, adaylardan en çok oy alanı değil 2. sıradaki adayı ataması üzerine ülkede kıyametler kopalı tam tamına 16 yıl oldu. Çok net hatırlıyorum bu olaydan sonra, “Sezer istifa”, “Bu ne biçim seçim” manşetli bir çok haber çıkmıştı. Yahu o zaman en azından seçim yapılmış,  YÖK tarafından sıralama olmuş, Cumhurbaşkanı’na 3 kişilik aday listesi sunulmuş. Sonrasında sadece 1 üniversitede, en çok oyu alan rektör adayı değil de, 2.si rektör seçilmiş! Şimdi ise yapılan atamaların en önemli özelliği “AKP” ile bağlantısı olması. Ya milletvekilliği yapmış ya milletvekili adayı olunmuş ya da o toplulukla bir yakınlığı olması gerekiyor. Yoksa o iş yaş, rektörlüğü falan unutsun o kişiler ben söyleyeyim.

Bildiğim kadarıyla Türkiye’de 209 üniversite var ve bunun 131 tanesi devlet, 78 tanesi vakıf üniversitesi. Okullar bilim yuvalarıdır ve biz üniversitede okurken diplomanın bir kağıt parçası olduğunu fakat aldığımız eğitimin, öğrendiğimiz okul kültürünün bize saygınlık getireceğini bilirdik. Son zamanlarda sokak arasına bile açılan üniversitelerden anlaşılacağı üzere bilimsel saygınlık kalmadı maalesef ülkemizde. 

Boğaziçi Üniversitesi hepimizin bildiği köklü üniversitelerimizin başında gelir. Ve şu an haberlerde gördüğümüz “partili rektör”, “tepeden atanan rektör”, “kayyum rektör” manşetleriyle Boğaziçi Üniversitesi’ni her gün televizyonlarda izliyoruz. Hard rock ve Metallica dinleyen bir rektör olduğu için, öğrenciler Melih Bulu’yu  “Master of Puppets” şarkısıyla istifaya çağırdı. Yapılan protestolara, istemiyoruz sloganlarına rağmen Cüneyt Özdemir’in canlı yayınına katılan Bulu öğrencilere el salladı ve yuhalanırken gülümsemeye devam etti. Öğrencilerin evlerine baskın yapılıp gözaltına alınarak, polis gücü bu olayda da orantısız kullanıldı. Beşiktaş ve Sarıyer’de koronavirüs bahanesiyle miting yapılmasının yasaklanmasıyla, gençler Kadıköy’de toplandı. Bir çok üniversiteden ODTÜ, Çukurova, Hatay Mustafa Kemal ve hatta ülke sınırlarını aşarak Oxford Üniversitesi’nden destek mesajları geldi.

Korku toplumu yaratmak için Boğaziçi’nin kapısına polis kelepçesi asıldı. Kadını katilden, çocuğu sapıktan, haklıyı haksızdan korumayan polis, Boğaziçi Üniversitesini yüzlerce polisle ve silahla korur oldu. Bilim yuvalarında okuyan öğrencileri kendi okullarında silahlarla koruyan polislerin korkusu ne acaba diye düşünüyoruz hepimiz. Gezi Parkı olaylarında haklı mücadeleyi hatırladılar ve bu yüzden ses çıkaran kim varsa sorgusuz sualsiz seslerini kesmek istiyorlar. Boğaziçi öğrencilerinin talepleri anlaşılabilir ve yapılabilir şeyler:

  • Üniversitelerinde cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörün görevden alınarak yerine akademisyenlerin seçtiği bir rektörün yönetici olarak gelmesi.
  • Gözaltına alınan, sözlü, fiziksel ve cinsel tacize maruz kalan arkadaşlarının derhal serbest bırakılması. 

Aslında gençler şunu söylüyor; sorun Melih Bulu ya da Ahmet, Mehmet değil. Sorun kişilerden bağımsız ülkemizde, toplumumuzda, bilim yuvalarımızda demokratik bir işleyişin olmaması. Boğaziçililer, karar alma mekanizmalarının derhal özgürleştirilmesini ve seçim ile rektörün belirlenmesini istiyor. Bu direniş Melih Bulu istifa edene kadar devam edeceğe benziyor. Sabırla ve gururla bu eylemleri yakından takip edip sizleri bilgilendiriyor olacağım…

Bozkır

Pandemi dönemi yasaklarında en iyi yaptığımız aktivitelerin başında kuşkusuz dijital platformlarda vakit geçirmek geliyor. Netflix’i tüketince BluTv’ye kısa sürelide olsa bende geçiş yaptım. Son zamanlarda Türk dizilerinin sanatsal ve oyunculuk alanında yukarı doğru bir gelişme katetiğini düşünüyorum. Emmy’de ödül almadan önce izlediğim “Şahsiyet” ve ekibiyle harikalar yaratılmış olan “Masum” benim ilk göz ağrılarımdandır. BluTv’de yeni izlediğim muhtemelen çoğunuzun adını duymadığı “Bozkır” dizisinden sizlere kısaca bahsetmek istiyorum. Kısaca diyorum çünkü her şeyi anlatıp sizin izleme keyfinizi elinizden almayacağım, söz 🙂

Çekimleri 2018 yılında yapılan Bozkır dizisi; 2 polisin “88” plaka numarasıyla yaşanılan şehirde, bir çocuk cinayetinin araştırmasıyla başlıyor. 88 diye bir plaka yok dediğinizi duyar gibiyim. Evet yok orası Bozkır, öyle düşünün. Ama dizinin esas çekildiği yer Eskişehir ve konusu da benim en sevdiğim cinayet ve suçluları ipuçlarıyla yakalama mücadelesini barındırıyor. Oyuncular ve oyunculuklar zaten kusursuz. Ezel’den beri Cengiz olarak aklımızda kalan Yiğit Özşener ve Bizim İçin Şampiyon filminden tanıdığımız Ekin Koç başrollerde. Altan Erkekli yine üstatlığını göstererek, şehrin nüfuzlu ailelerinden Abbas’ı canlandırıyor. Abbas’ın bipolar kızı rolünde Nur Fettahoğlu ise döktürmüş. Tiyatroculuğuna şapka çıkardığım bir karakter vardı ki dizide benim için “Domat Ziya” Kazım Sinan Demirer! Kendisi Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Tiyatro mezunu ve aslında biz onu bir çok dizi ve filmlerden tanıyoruz. 

Adalet zamanın kölesidir diye başlayan hikaye; şehirdeki erkek çocuklarını kaçırıp öldüren katilin bıraktığı ipuçlarından bağlantıları bulmaya çalışan 2 başarılı polisin bakış açılarını anlatıyor. Bu bakış açılarını izlerken başrollerin ayrı hikayeleri de izleyeceği ekrana kilitliyor. Jenerik müziği muazzam ve bölümlerde Neşet babanın türküleri de çok güzel konumlandırılmış.  

Bu arada dizinin isminin Bozkır olmasınında bir sebebi var; bir şehrin, bir kitlenin hikayesini anlatmıyor. Bozkır’ın hikayesini anlatıyor. Bir çok toplumsal soruna parmak basıyor; kadın ticareti, çocuk cinayeti, cinsiyetçilik. Ama bu cinayetlerin esas sebeplerini son bölümde fark edeceksiniz, alışılmadık bir aşk hikayesi olarak! Gerçek Anadolu şivesi, sahnelerde Bozkır’ın o kuraklığının izleyiciye yansıması ve Avrupa standartlarında çekilen senaryo ve oyunculuklarıyla 10 bölümü art arda izleyeceğinize eminim. Şimdiden iyi seyirler.

İlginç Yeni Yıl Kutlamaları

Tüm dünya için çok zorlu ve bitmeyen bir yıl geçirdik, sonunda yeni bir yıla giriyoruz. Yılbaşı ile Noel kutlamalarının birbirinden farklı olduğuyla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım hatırlarsanız: https://eliferbak.com/bizim-yilbasimiz-ile-onlarin-noelleri-farkli/

Çoğu ülke vatandaşı 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yılbaşını coşkuyla kutluyor. Peki Hristiyanlara göre dini bir bayram olan Noeli, bizim için sadece takvim geçişi olarak gördüğümüz yılbaşını başka ülkeler geleneklerine göre nasıl kutluyor birazda onlardan bahsedelim.

İskoçya’daki inanışa göre; yeni yılda eve ilk gelen erkek özellikle uzun boylu ve yakışıklıysa o eve şans getirir. O yüzden İskoç erkekleri yılbaşında geleneksel İskoç eteklerini giyip, bir şişe viski, bir avuç kömür ve meyveli bir dilim kek ile kapı kapı tanıdıklarının evlerini ziyaret ederler.

İspanyollar Madrid’deki Puerta del Sol Meydanında toplanırlar ve yeni yıla saniyeler kala çanlar çalmaya başlar. Her bir çan vuruşu için 1 üzüm tanesi yenir. Her ayı temsil eden ve toplam 12 üzümü 12 saniye içinde yiyenler, yeni yıllarının çok güzel geçeceğine inanırlar.

Arjantinliler ise özellikle Buenos Aires’de oturanlar geçen yıla ait kağıt ve dökümanları yırtarak camdan dışarı atarlar. Danimarkalılar 31 Aralık’a kadar kullanmadıkları tabakları biriktiriyorlar ve yeni yıla girerken bu tabakları sevdikleriyle birlikte kırıyorlar. İtalyan erkekleri yeni yılda şans ve neşe getireceğine inandıkları kırmızı iç çamaşırlarını kız arkadaşlarına, eşlerine ve annelerine hediye ederler. Bizde ülkece kırmızı iç çamaşırını severiz ama işleyiş Türkiye’de daha farklıdır. Herkes bireysel olarak önceden aldığı iç çamaşırlarını giyer, yeni yılı öyle kutlar. Bizim ülkemiz içinde keşke geleneksel bir kutlama şekli olsaymış, şahsen ben çok beğenirdim ?

Okuduğum yeni yıl geleneklerine göre, yapılan kutlamaların en ilginç 3’ü Peru, Şili ve Sibirya’da. Peru’da insanlar bir köye giderek birbirlerini yumrukluyorlar, bu hareketle yeni yılda daha rahat geçireceklerini düşünüyorlar. Şili’nin Talca şehrinde oturan bir ailenin yılbaşında zorla mezarlığa girmesi sonucu, bazı Şili vatandaşlarının hayatını kaybeden tanıdıklarının mezarına giderek yılbaşı gecesini onlarla geçirmek gibi bir geleneksele neden olduklarını biliyor muydunuz? Sibiryalılar ise; sanki hiç soğuk bir ülkede yaşamıyormuşçasına donmuş suyun içine girerek yeni yılı karşılıyorlar.

Dünyanın neresinde olursanız olun yeni yıl taptaze bir enerji ve başlangıç getirir. Çoğu kişi 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı kadehlerini sağlığa, huzura, sevgiye ve birlikteliğe kaldırarak yeni yıllarını kutlarlar. 2021 yılı hepimize önce sağlık, sonrada mutluluk, huzur, bolluk ve bereket getirmesini diliyorum. Bekle bizi 2021, umutla geliyoruz!

Dijital Dönüşüm Kavramı Nedir?

2 Aralık’taki yazımla beraber 7 sene sonra tekrar yazmaya başladım biliyorsunuz. “Nerelerdeydim Ben?” başlığının altını yavaş yavaş doldurma zamanımın geldiğini düşünüyorum. 32 yaşındayım ve 2010 yılından itibaren bilfiil çalışma hayatındayım. Hem aldığım eğitimler hem de edindiğim tecrübeler, beni aslında tam olarak “dijital dönüşüm” kavramının ortasına oturtuverdi.

Hayatımıza koronavirüsün dahil olmasından sonra öngörülen bu değişiklik, olması gereken değişim ve dönüşümün 10 yıl öne çekilmesine neden oldu. Bu durumuda takdir edersiniz ki dünyaca yaşadığımız pandemi süreci tetikledi. Dijital dönüşüm kavramını kullanmadan geçirdiğimiz herhangi bir iş toplantısı ya da arkadaş sohbeti kalmadı sanırım. Ayrı ayrı dijital ve dönüşüm olan bu 2 kelime gerçekten çok kıymetli, bir de doğru ve etkin kullanıldığında yaratacakları sinerjiyi siz düşünün. 

Diğer ülkelere göre ülkemizde daha geç hayata dahil olan e-ticaret sektörü dijitalleşme terimini su yüzüne çıkardı diyebiliriz. İnternet bize AnaBritannicalarımızın yüzüne bakmamayı nasıl öğrettiyse, e-ticaret de perakende sektörünü hızlıca dijitalleşmesine ön ayak oldu bile. Evet, pandemi süreci ürün ve hizmetlerin dijitalleşme sürecini hızlandırdı bunu hepimiz kabul ediyorduk lakin daha önceki yazılarımda (7 sene kadar önce) bahsettiğim gibi dijitalleşme çok önce başlamıştı. Sadece biz bunu görmüyorduk. Benimde içinde olduğum belli bir kesim bunun farkında olup o alanda çalışıyor, para kazanmak için çeşitli geliştirmeler yapıyordu. Şimdi ise herkes bu işe gönül vermenin peşinde!

Peki pandemi süreciyle nasıl bir dijital dönüşüm yaşandı biraz bundan bahsedelim.  Çoğumuz uzaktan çalışma (home office) sistemine geçtik. Eğitimler uzaktan yapılmaya başlandı, uzaktan sağlık desteği alır olduk, uzaktan alışveriş yapıp satış hacmi rekorları kırdık. Aslında bu ürün ve hizmetler uzun zamandır hayatımızdaydı ve sadece şu an yaygınlaştı. Eskiden özellikle 15-40 yaş bu dijital ortamı kullanırken şimdi 65 yaş üstü bende internetten bunu aldım, nasıl olmuş diyor. Teknoloji araçları sayesinde daha çok dijitalleşme gerçekleşirken bu döneme ayak uydurmamız pandemiyle hızlandı diyebiliriz.

Var olan toplumsal ve sektörel ihtiyaçların dijital çözümlerle değişime uğraması hepimizin vizyonunu geliştirdi. Gereksinimlerimizi artık daha kolay, uygun ve hızlı bir şekilde karşılar olduk. Dijitalleşen sadece ürün veya hizmet değil tabi ki. Paranın dijitalleşmesi de şirketlerin ve girişimcilerin farklı bakış açılarıyla para kazanma alternatiflerini arttırdı. E- ticaret sektörünün beklenmeyen şekilde büyümesiyle dünyada e-ticaret hacminin 2020-2023 yılları arasında %56 büyümesi bekleniyor. Türkiye’de e-ticaret hacminin ise %180 büyümesi beklenmekte. Dolayısıyla toplum olarak dijital dönüşüme baya hazırmışız da, haberimiz yokmuş…

İngiltere’de Mutasyon!

Yine muhteşem haberlerle güzel bir haftaya merhaba diyoruz. İngiltere, son zamanlarda yeni bir tip koronavirüs vakasıyla yüzleşti. En az 1 aydır takip ettiğim yabancı haber kaynaklarda İngiltere’de ki yeni tip koronavirüs vakalarından bahsediyordu. Ve sonunda İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ülkesinde daha hızlı yayılan yeni tip koronavirüsün bir türünün ortaya çıktığını ve %70 daha hızlı yayıldığını açıkladı. Mutasyona uğrayan yeni tip koronavirüsün yayılmasını önlemek için, başkent Londra olmak üzere, Güneydoğu İngiltere’nin birçok bölgesinde yeni kısıtlamalar gündeme geldi. Ve bu sabah (21.12.2020) itibariyle kriz toplantısı yapıldı. Hatta virüsün genetik yapısını inceleyen İngiliz uzmanlar, yeni varyantın daha hızlı hareket ederek “baskın tür” haline geldiğini de dile getirdi. Son dakika haberlerine göre, İngiltere birkaç Avrupa ülkesiyle havayolu ulaşımını durdurdu. Yeni mutasyonumuza” SARS-CoV-2 VUI 202012/01″ gibi daha da uzatıp nereye bağlayacaklarından korktuğumuz bir ad verdi İngiltere. Sars-CoV2 mutasyonu; %70 oranında daha da bulaşıcı olup, Londra’daki son vakaların %62’sini oluşturuyor. İngiltere’nin bu açıklamalarının ardından İtalya Sağlık Bakanlığı da; mutasyona uğrayan yeni tip koronavirüsün İtalya’da da görüldüğünü duyurdu.

Bunca bilimsel ve maalesef iç karartıcı bilgilerden sonra lanet olası bu virüsün ne zaman bulaşının azalacağına ve tamamen bizi terkedeceğini düşünür oluyor insan ister istemez. Mutasyona uğrayıp daha  tehlikeli olduğunun kanıtlanmasının ardından Türkiye’de yasak ve kısıtlamaların 2021 senesinin ilk 3 ayı kesin olmakla birlikte bu sürenin daha da uzayacağını ben bile öngörüyorum.

Peki ya aşı dediğinizi duyar gibiyim, o da bir sonraki yazımın konusu olsun diyelim…