Blog

Depremzede Değil Gönülzedelerdenim Ben

Her gün hissettiğimiz artçıları paylaşmıyoruz diye iyi olduğumuzu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Birbirimizi panikletmemek, tekrar o anları yaşamamak için kendi aramızda  “Hissettin mi? Neyse, geçti zaten” şeklinde konuşur olduk sadece. Deprem, 30 Ekim Cuma günü öğle saatinde bir salladı pir salladı İzmir’imi. Bu arada yanlış anlaşılma olmasın İzmir depremi değildi bu, merkez üssü Yunanistan’ın Sisam Adası (Samos) depremiydi, yani aslında beklenen büyük İzmir depremi bu değildi.

6,9 dediler büyüklüğüne ama ben bu rakamın psikolojik ve sosyolojik etkilerinden kaynaklı küçültüldüğünü düşünüyorum bizzat depremi yaşayan biri olarak! Çeşme’de ailemle yazlıktaydık ve hayatım boyunca hiç bu kadar bir depremde sallandığımı hatırlamıyorum. Allah’tan bahçeli bir evdeydik ve kendimizi hemen bahçeye atıverdik. Elektrikler kesildi ve telefonlar susmak bilmiyordu merak eden sevdiklerimiz sayesinde ama biz her şeyden bir haber yaşıyorduk. Aynı zamanda da yazlık komşularımızla sosyal mesafemizi koruyarak bilgi alışverişinde bulunuyoruz çünkü gündemi takip etmek için Twitter’da ki etkileşimlerin yüklenmesini bekler olduk elektrikler gidince. Gördüğümüz videolara inanamadım, İzmir resmen toz bulutu halindeydi. Videolar, resimler genellikle Bayraklı ve Bornova’dan ama sanki İzmir’in her yeri çökmüş gibi hissediyordum. Seferihisar’da oluşan Tsunami, Türkiye’de bu afet türü de yaşanabiliyormuş dedirtti. Canımızı yakan görüntüleri izlerken sevdiklerimin iyi olduğuna şükrediyordum ki telefonum çaldı ve 28 senedir yazlıktan arkadaşımız, aile dostumuz Uğur ağabeyin eşi Fidan abla ve kızı Ayda’nın göçük altında kaldığını öğrendim. Benim psişik hallerim fazla yoktur ama 1 gün önce rüyamda Fidan ablayı çok güzel bir şekilde ve 1 oğlan ve 1 kız olmak üzere ikiz çocuk doğurmuş olarak görmüştüm ve Uğur ağabeye hayırlısı olsun tekrardan temalı mesaj atıp geyik yapmıştık. Telefonda duyduklarıma şok olurken direkt rüyamdaki o güzel yüzü geldi Fidan Ablanın…

Depremin olduğu akşam İstanbul’a dönmek zorundaydım ve yolda insanların İzmir’den can havliyle Çeşme’ye, Kuşadası’na ve Foça’ya kaçtıklarına şahit olmak çok acıydı gerçekten. Depremden 45 dakika sonrası ve onu takiben 4 gün yaşadığımız yer yer umutlu yer yer tükenmişlik hepimizi yordu. İstanbul’a geldim ama 7/24 arkadaşlarımla konuşarak Fidan abla ve Ayda’nın haberini almak üzere telefondan ayrılamıyordum. Evde de sürekli Halk TV, Fox ve CNN Türk haberlerine bakarak ve sosyal medyadan alacağımız güzel haberlere odaklanarak 4 gün geçirdim. İnsanın tanıdığı olunca bir başka oluyormuş bu durum; Fidan abla çok sıcak kanlı, her daim yüzünden tebessüm eksik olmayan biriydi. Ayda desem biriciğim o kadar konuşkandır ki evlerimiz yakın olmasa da her sabah onun sesini duyuyor ” yine ne anlatıyor acaba bizimki” derdim. 

Ayda’nın o mucizevi kurtarılış anını olay yerinde her gün bulunan arkadaşlarımdan bir tanesiyle (Faik) telefonla ağlayarak an ve an kutladık resmen. “Evet Elif 4 aylık bebek dediler ama hayır Ayda o çıkarılan, yaşıyor! Allah’ımıza çok şükür, gayet iyi ” diye hüngür sümük sevinçten ağlıyorduk telefonda Faik’le. Ama daha sonra acı haberi aldığımızda içim parçalandı. Atakan ve Ayda’nın annesi, Uğur ağabeyin de hayat arkadaşı Fidan ablayı maalesef kaybetmiştik. 2 zıt duyguyu aynı anda yaşamak çok garip hissettirdi bana, ne diyeceğimi bilemeden boğazım düğümlenmiş şekilde apar topar İzmir’e geldik ve ertesi gün cenazeye katıldık. 

Ayda Sisam depreminin simgesi oldu. Hepinizin televizyonlarda gördüğü gibi naif, doğal, tertemiz bir kızdır Ayda. Tanısın tanımasın yanında kim olursa hemen kaynaşır, anlatmaya başlar bir şeyler, dışa dönüktür. Bu kadar gündemde olması beni fazlasıyla rahatsız etti desem yalan söylemiş olmam. Bu işin siyasi boyutu olduğunu gözlemlerimle cenazede gördüğüm için rahatça dile getirebilirim düşüncelerimi diye düşünüyorum.

30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan depremde 117 kişi hayatını kaybetti ve 1.034 kişi yaralandı. Bayraklı ve Bornova ilçelerinde bir çok bina yıkıldı ve yaşanamaz hale geldi. Bunu deprem sonrası çadırlarda yaşamak zorunda kalan vatandaşlarımızı ziyarete ve yardıma gittiğimizde daha net gördüm. Bu arada Yunanistan’da sadece 2 kişi öldü,19 kişi yaralandı. Peki neden İzmir depremi olmayan bir afette biz bu kadar kayıp veriyoruz? Biz Elif gibi Ayda gibi güzel çocuklarımızı simgeleştirmeden önce, acılarımıza sebep olan kişilere, firmalara ve bunlara ön ayak olan şahıslara neden odaklanmıyoruz? 

En az neredeyse günde 1 kere artçı oluyor İzmir’de hala. Evet ben iyiyim, ailem de iyi ama biz toplum olarak neden iyi niyetli insanlar olamıyoruz, her gün bu soruyu soruyorum kendime…

Koronavirüs Hayaldi, Gerçek Oldu

Biri deseydi ki Çinlinin teki yarasa ya da pangolin yedi daha sonra Çin’de bir virüs görüldü, tüm dünyaya yayıldı. Bir çok kişi öldü, uluslararası seyahatler yasaklandı, ülke içerisinde şehirler arasına kısıtlamalar geldi, sokağa çıkma yasağı oldu hatta restoranlar, kafeler, kuaförler kapandı ölü şehir haline gelip yaşadık uzun süre. Merakla dinleyip bu hangi filmin senaryosu diye sorardım.

İlk zamanlar laboratuvarda üretildiği konusu gündeme geldi biliyorsunuz koronavirüsün ama çoğu bilim adamı hayvanlardan insanlara bulaştığı yönünde görüşlerini bildirdiler. Bu lanet koronavirüs vakası 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti konumunda olan Wuhan kentinde ortaya çıktı ve hala da en az hasarla atlatmaya çalışıyoruz şu illeti.

Bütün yazı boyunca koronavirsün moleküler yapısı, tedavi şekli, insanlarda yarattığı tahribat gibi şeylere değinmeyeceğim merak etmeyin. Türkiye’de ki koronavirüs süreci ve hükümetin bunu nasıl yönetemediğiyle ilgili 2 kelam etmek istedim sadece…

Bu arada, herkesin söylediği ben kesin atlattım bu virüsü geçen gün bak şöyle oldu 1 hafta geçmedi dediği şeyi şubat ayında ben de yaşadım ve o tarihlerde henüz Türkiye’de virüs görülmemişti.  Hatta o kadar iyi hatırlıyorum ki İstanbul’da güzel bir 24 Şubat günü geçirdim. Akşamına durup dururken mideme kramplar girmeye başladı tuvalete kendimi zor attım. İshalim ama aynı zamanda dişlerim birbirine takır takır değecek kadar titriyorum, ateşim çıktı ve bu duruma ben 2 saat dayandım. Daha sonra hastaneye gittik ağabeyimle bu arada ben gıda zehirlenmesinden şüpheleniyorum. Neyse kan tahlilleri, serumlar vs. Doktor dedi ki gıda zehirlenmesi değil, virütik bir durum biraz daha kalacaksın, serum vereceğim sonra evine gidebilirsin. Hatta ağabeyime dönüp dikkat et sana da bulaşabilir dedi. Biz gece 3’e kadar hastanede kaldık sonra eczaneden probiotik ve bir kaç ilaçla eve döndük. Ben biraz uyudum uyandım, halim yok, öksürüyorum ama ciğerlerim çıkana kadar, tuvalete gidecek dermanım yok. Hatta o kadar bitap düştüm arkadaşıma rica ettim bana yemek yapması için. Neyse 1 gün oldu devam 2 gün yok geçmiyor öksürük uyuyamıyorum, nefes alamıyorum dedim bu böyle olmayacak, aldım raporlarımı gittim aile hekimine. O zamanlar doktorlar maske takmaya başlamışlardı ve ilk sorduğu şey yurtdışına gittin mi? Yada yurtdışından gelen biriyle temas ettin mi? Yok hocam dedim değerlerime baktı sana antibiyotik veremem çünkü işe yaramayacak çorba, çeşitli bitki çaylarıyla kendini iyileştireceksin dedi. Bu sırada bende ampül yandı bir anda, hastanelik olduğum gün City’s AVM’deydim ben ve biliyorsunuz ki orası küçük bir Birleşik Arap Emirlikleri. Türk yok zaten içeride neredeyse, yurt dışından gelen bismillah diyerek adımını Nişantaşı’na atıyor. Daha sonraki 1 hafta benim zor geçti, öksürüğüm 15 gün devam etti. Bu arada ağabeyime de tabi ki bulaştırdım oda ateşlendi ve dinlenerek süreci atlattı ve gelmekte olan geldi Türkiye’ye ilk vaka 10 Martta görüldü.

Sonrası zaten hallaç pamuğu gibi geldi; kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları, birbirimizi görememe, sarılamama, sevdiklerimizi kaybetme korkusu gibi psikolojik açıdan yorucu süreçlerden geçtik. Yaz geldi ve hepimiz güneşi gören ayçiçeği misali açıldık. Maskemize, sosyal mesafemize, hijyen kurallarına dikkat ettik etmesine ama esas açık havada sosyalleştiğimiz için o kadar fazla vakalar artmadı. Şimdi ise; kapalı alanlarda geçirilen zamanların artması, vatandaşların biraz kendilerini boşvermişlik yüzünden tekrardan kapanmaya başladık.

En başından beri inanmadığımız vaka sayılarıyla ilgili Ekrem İmamoğlu İstanbul’da bulaşıcı hastalıktan vefat eden kişi sayısının Türkiye’de toplam vefat eden kişi sayısından fazla olduğunu paylaşmasıyla birlikte “kısmen” gerçek sayılara ulaşır olduk. Peki ilk başlarda halkın sempatisini kazanan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca şimdi ne hale düştü dersiniz? Artık açıklamalarının başına Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla diyerek başlıyor.  Bunca ay söylenen yalanlar hep oy kaybı yüzünden miydi? Hepimiz canımız ile uğraşırken, onlar cidden bunu mu düşündüler? İşsizlik rekorlardan rekor beğenirken, Türk Lirası her geçen gün değer kaybederken, esnaf kan ağlarken siz gerçekten hala ” para paradır, paranın ülkesi olmaz, Kanal İstanbul yapılacak” diyerek bizleri daha da mı aptal yerine koyacaksınız?

Gündemimiz evet pandemi ama sonumuz maalesef içler acısı…

Nerelerdeydim Ben?

Evet itiraf ediyorum 2013’ten beri rüyalarım hariç hiç yazı yazmadım. Çünkü biraz sıkıldım, bunaldım ve kaçtım her şeyden… O zaman ki iş yoğunluğum, değişen düzenim, İzmir’e taşınma ve orada tutunma mücadelem, 2 sene dayanıp tekrar İstanbul’a dönüşüm falan filan. Anlatacak çok şeyim var aslında.

Geçen süre zarfında hem olgunlaştım hem değiştim hem de bir çok şey tecrübe ettim. Şimdi bunları sırayla yazma vakti geldi. Koskoca 7 senede neler mi oldu? Biraz heyecanlanın o zaman, yazmaya başlıyorum 🙂

Content is King!

Sohbet ederken, yazı yazarken veya sosyal medya ortamında paylaşımda bulunurken her gün içerik üretiyoruz. Ama çoğu kişi bunun farkında değil çünkü muhtemelen içerik kavramı ile tanışmak nasip olmamıştır kendileriyle. İçerik terimi sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla ortaya çıktı ve gün geçtikçe de önemini arttırmaya devam etti. 


Content Marketing (içerik pazarlama) markalara artı değer katarak hedef kitlelere ulaşmanın kısa yolunu oluşturuyor. İçeriği yaratırken dikkat edilmesi gereken şeylerin başında merak uyandırma, ilgi çekme ve bilgilendirme geliyor. Milyonlarca blog yazarı, yayıncı ve sosyal medya uzmanı markaların viral etkisini arttırabilmek adına hummalı çalışma içerisinde üretimlerini gün yüzüne çıkarıyorlar. İşletmeler  müşterilerinin beklentilerini karşılayabilmek ve kendilerini doğru ifade edebilmek adına segmente edilmiş bilgiler içerisinden çıktı üretiyorlar.


Son zamanlarda online etkileşimin tavan yapmasıyla içerik tabanlı reklamların ardı arkası kesilmiyor. Search Engine Optimization (SEO) üzerinde de olumlu bir etki yaratan içerik pazarlama, etkileşimi yüksek ve yeterli sayıda üretildiğinde çarpıcı sonuçlar elde etmenize neden oluyor. Content Marketing Institute’nün raporunda içerik pazarlamanın, 2013 yılında öneminin artacağı, şu anda ABD’da %23 oranında olan içerik yönetim bütçesinin bu sene %54’ü bulacağına yer veriliyor. En çok içerik yürütülen yerin %87 oranla sosyal mecralar olması ve ikinci sırada  online ortamda makale yayınlamanın bulunması pek de şaşkınlık yaratmadı bende açıkçası. 


Web ortamında paylaşımda bulunulan her bir söz içerik yaratmakta. Bu pazarlama çeşidi kullanıcıların satın alma kararını etkilediği gibi markaya olan sadakatini de arttırabilir yada tam tersi yerle bir de edebilir.  7 yıl önce “Content is King”  adlı Bill Gates’in makalesinden de anlaşılacağı gibi, başarılı olabilmek için  fikirlerin, ürünlerin yada deneyimlerin doğru bir şekilde internet ortamında yayınlanması gerekmektedir.

Yeni Sosyal Trend: Cocooning!

Her geçen gün yeni yeni kavramlar hayatımıza giriyor ve biz bu terimleri hemen kanıksıyoruz. Çünkü o kadar hızlı bir yaşantımız var ki bir şeyi de bilmesek, öğrenemezsek cahil damgası yeriz, buna şartlamışız bir kere kendimizi.  İnsanların yaşam şartları değiştikçe hayat standartları da değişiyor. Artık bireyler her şeye “armut piş, ağzıma düş” mantığıyla yaklaştıkları için,  farkında olmadan yeni bir sosyalleşme trendine de öncülük etmiş oluyorlar.


Çalışma hayatının vermiş olduğu yorgunlukla işten çıkıp direk eve gidip uzanmayı hayal etmiyor musunuz? Bu soğuk havada kim dolaşıp yemek yiyecek, eve gidince güzel bir pizza söylerim kendime interneti de açarım geçen gün kaçırdığım diziyi izlerim diye aklınızdan geçirmiyor musunuz? İşte tam bu noktada başlıyor aslında “cocooning” kavramı. Düşündüğümden daha fazla mazisi var cocooning’in. 90’lı yıllarda kendini gösteren bu terim, kozaya veya kabuğa çekilmek  anlamına gelmekte. Bu akımın dünyada İskandinav ülkelerinde başladığı söyleniyor. Tabi Türkiye’ye yansıması biraz geç oluyor ama genellikle 3 büyük ilde ( İstanbul, İzmir ve Ankara) belirginleşmeye başladığı da aşikar. Cocooning’in topluma yansıyan yüzü ise, insanların kendilerini sosyal hayattan soyutlayıp bireysel yaşam moduna geçmesi olarak belirtiliyor. 


İnsanların son zamanlarında kabuğuna çekilmelerinin bir sürü nedenleri var tabi ki. Metropol şehirlerde yaşamanın vermiş olduğu zorluklar, trafikte vakit geçirmenin stresi, hep bir sıranı bekleme durumu gibi bir çok sebep sayabilirim size. Ama pastanın büyük dilimini de unutmamak lazım. Teknolojinin etinden sütünden yararlanmanın dibine vurunca ister ister istemez anti sosyalleşiyor insan. Arkadaşlarla bir yemeğe çıktığınızda muhabbet etmeye başlamadan önce herkesin gözü ya telefonda ya tablette ya da bilgisayarda oluyor nedense. Bireyler artık birbiriyle iletişime geçmeyi yüz yüze değil, sanal ortamda tercih ettikleri için “Cocooning ” kavramını da hayatımızın pat diye tam ortasına düşüveriyor.


“Cocooning trend”ini fırsata çeviren bir e-ticaret başarı örneğinden bahsederek kavramların ne tarz ampulleri yaktığından haberdar etmek istiyorum sizleri. Evmanya.com; kendimizi en rahat hissettiğimiz, sığındığımız ve bizi hiç bir zaman savunmasız bırakmayacak olan evimizde ki dekorasyon anlayışının perdesini aralıyor. Şöyle ki, evde vakit geçirmekten büyük haz alan,  işini evine taşıyan ve sosyal hayatını evde yaşayan bireyler için ürünler tasarlayan Evmanya.com; ses ve sinema sistemlerinden tutun, okuma köşesi ürünleri, son teknoloji ev ürünleri ve giyinme odası organizatörlerine kadar geniş  ürün yelpazesiyle tüketicilerle buluşmuş durumda.  Ve bu girişimcilik örneği İngiliz teknoloji dergisi Wired tarafından ” Avrupa’nın En Çok Dikkat Çeken  100 Girişim”inden biri seçildi. Aslına bakarsanız çok “genius” bir fikir olmadığının sizde farkındasınız ama adamlar Türkiye’deki e-ticaretin hızla büyüdüğünü bilerek ve tüketici davranışlarının kozalanma yönüne ilerlediğinin farkına vararak adım atmaları yeterli olmuş bile.


Durum böyle olunca Cocooning trendi her geçen gün biraz daha yaygınlaşmaya başlar ve bir çok girişimci bu akımdan payını alır gibi geliyor bana…

2012 Sosyal Medya İstatistiklerine Göre 2013 Trendleri

Geçen sene dijital dünya ve sosyal medya platformunda çarpıcı sonuçlar elde edildi. 2012 yılının parlayan yıldızları e-ticaret ve alışveriş siteleri olurken, markalarında sosyal medya sayfaları da bu rekabette yerini aldı. Her geçen gün hızlı bir şekilde büyüyen sosyal mecralar ilginç istatistiki verilere ev sahipliği yapmaya başladılar bile. Sıkı durun bu çarpıcı bilgiler geliyor şimdi:

  • Pinterest yükselen bir ivmeyle firmalar içinde önem arz etmeye başladı ve şaşırtıcı bir şekilde kullanıcıların % 57’si gıda ile ilgili içerikler paylaştığı ortaya çıktı. Fortune 100 firmalarının %25’nin Pinterest hesabı bulunuyor ve kullanıcılar Pinterest’te ortalama 16 dakika geçiriyorlar.
  • Kadınların %85’i Facebook‘taki arkadaşları tarafından rahatsız ediliyor ve Facebook kullanıcılarının % 23’ü hesaplarını günde 5 kereden fazla kontrol ediyor. 1 milyonunun üzerinde internet sitesi Facebook’a entegre edilmiş durumda ve 488 milyon kişi mobilden Facebook’a giriş yapmakta. 2012 yılında 210 bin yıla denk gelen müzik parçası dinlenmiş, kişi bazlı sağlam bir müzik arşivi Facebook’tan temin edebiliriz demek ki 🙂
  • Twitter‘ın kuruluşundan itibaren 163 milyar tweet gönderilmiş ve her kullanıcının 2012’de ortalama 307 kere tweet attığı belirtiliyor. Lady Gaga 31 milyondan fazla takipçisi ile Twitter’da en çok takipçiye sahip kişi olarak biliniyor.
  • Instagram 80 milyon kullanıcıya ulaşmış durumda ve bu rakam her geçen gün artmakta. Kuruluşundan bugüne kadar 4 milyara yakın fotoğraf paylaşılması, her gün 5 milyon fotoğraf yüklenmesi Instagaram’ı renkli ve eğlenceli bir sosyal medya platformu haline getiriyor.

Yukarıda belirttiğim rakamlar 2012’de gerçekleştirilmiş olmakla beraber 2013 yılının trendlerine de zemin hazırlamış oldu. Akıllı telefonların ve tabletlerin en revaçta olduğu bu son günlerde bir çok girişimcilik örneklerini peş peşe göreceğiz gibi gözüküyor. Mobile özgü olarak markaların yaratılması ve içeriklerinin bu doğrultuda geliştirilmesi 2013’e damgasını vuracak değişimlerden. Kontrolün tüketicide olduğu bir devirde yaşıyoruz ve artık reklamları tüketicilerin seçmesini garipsemememiz gerekiyor. Online TV Dünyası televizyon alışkanlıklarını değiştirmekle beraber dijital dünyayla yaşamamız gerektiğinin altını çiziyor. Sosyal CRM kavramının hayatımıza girmesinde en önemli etken sosyal ağlarda bulunan sınırsız bilgi ve görüşlerin olması. Bu yüzden işletmeler hem hedef kitlesini daha iyi tanımak hem de kuvvetli bir ilişki geliştirmek adına sosyal mecralarda yer alıyorlar.

Bu senenin trendlerini öğrendiğinize göre; bahsettiğim konularda sizde kendinizi geliştirebilir ve hayatınızı bu yönde ilerletebilirsiniz.

İtibar Oluşturmaya Ne Dersiniz?

Türkiye’de yeni yeni kullanılan itibar kavramı, özellikle şirketler için önem arz ediyor. Çünkü kurumsal itibar, bir şirketin toplumda yarattığı güveni toplam pazar değeri içindeki katkı payını ölçümlüyor. İtibar elle tutulamıyor ama yüksek değerlere sahip olabiliyor. Kurumsal itibarı oluşturmak bireysel itibar yaratmak kadar kolay değil. Tekil bir çalışma yok hep bütünü düşünerek hareket etme içgüdüsü mevcut. Yapılan çalışmalar şirketin bünyesine uygun şekilde giydirilmeli ve herkes tarafından aynı kanıya varılması sağlanmalıdır. Kurumsal itibar birbirine geçen 3 öğeyle oluşur:

  1. Kurumsal İletişim ve Kurum Kimliği: İşletmeler hedef kitlelerine ulaşabilmek için  iletişime geçerler ve kullanılan iletişim iş ahlakına, etik değerlere ve vizyona sadık kalınarak kullanılır. Tüketicilerin en önemli yargıları alışveriş sırasında oluşur. Kurumsal iletişimi ve kimlik yapısı kişinin raflardaki görsellikten başlayarak tüketimden ve hatta daha sonrasında devam eden ürün deneyiminin kalitesine kadar sürer. Ama tabi kurumsal iletişiminde unutulmaması gereken en önemli unsur medyadır. Medya kurum için önemli bir araçtır, aradaki ilişki samimi , saygılı ve etik bir şekilde olduğu sürece iletişim doğru ilerler. Hedef kitleye en uygun medya kanalını belirleyerek, en doğru zamanda iletişime geçmekte stratejik bir yönetim gerektirmektedir. Tüketicilerin %84’ü  itibarın kurumsal iletişimde güven oluşturduğu araştırmalarla da kanıtlanmıştır.
  2. Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Girişimler: Farklılık yaratmadıkça rekabetin cirit attığı piyasalarda tutunmanız pek mümkün değil. İşletmelerde bu yöntemi sosyal sorumluluk projeleri yapmakta buluyor. Yapılan kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları sadece dış hedef kitleyle iletişimi sağlayan çalışmalar olmamalı, kurum çalışanlarına yönelikte sosyal çalışmalar yapılarak, çalışanın kurumu benimsemesi ve çalışanların işlerine karşı sorumluluklarının artması sağlanmalıdır. Böylelikle çalışanların da katılarak toplumsal değere katkı sağlanması planlanmalıdır. Sosyal sorumluluk projelerini tasarlarken konuyla özdeşleşmiş sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklaşa çalışmak; bilgilerin doğru ve hızlı bir şekilde doğru kişilere ulaşmasını sağlamaktadır. Aynı zamanda  sivil toplum kuruluşuna kaynak aktarmak topluma katkı sağlarken işletmelerinde kurumsal saygınlığını ve toplum gözünde fayda değerini arttırır. Bu arada bu çalışmaların sonucunda kurumun herhangi bir geri dönüş beklentisi olmamalıdır çünkü kurumsal sosyal sorumluluk projeleri toplumun belirli bir konudaki ihtiyacını gidermek amaçlı düzenlenir. Ama malesef Türkiye’de bunun örneklerini bulmak hiçte kolay değil…
  3. Liderin Rolü: Her yönetici lider vasfına sahip olmayabilir. Dolayısıyla lider diye tanımlayabileceğimiz kişiler; yaptıkları işten ve bunu paylaşmaktan heyecan duymalı ve benimsenen kurum misyonunu tüm çalışanlara empoze edebilmelidir. Liderler kurumun iç yapısıyla ilgilenirken dışa yansıyan yüzüdür aynı zamanda. Çünkü kurumu vizyonuna uygun şekilde yönetirken  gerekli olan değişiklikleri yapıyor ve sonucunda kurumun itibarını yönetmiş oluyor. Başarılı liderler kurumunu en iyi düzeye taşıyabilme özelliklerine sahip olmalıdır. Kurum olarak ne kadar iyi işler çıkarırsanız çıkarın, lideriniz kuruma yakışır şekilde davranmazsa itibarınız bir anda yerle bir olabilir.

Kurumsal itibar bir şirketin en önemli değeri olduğu için şirketler itibarlarını oluştururken yukarıda bahsettiğim maddelere dikkat etmelidir. Ne kadar kurumsal desek de aynı söylemler bireysel itibar içinde geçerlidir, söylediklerimi deneyip sonuçları net bir görebilirsiniz ?

2012 Sosyal Medyada Nasıl Geçti?

Yıl boyunca bir sürü gelişmeler yaşandı ve 2012’yi iyisiyle kötüsüyle geçirdik. Güncel olayları sosyal medyadan takip eder olduk ve bu yüzden sosyal medyada kendini geliştirmekten geri kalmadı. Hadi gelin, bu sene sosyal medyada yaşanan önemli gelişmeler nelermiş bakalım:

  • Geçen seneye oranla sosyal medyanın önemi ve anlamı arttı çünkü artık ünlüler ve siyasetçiler gibi bir çok kişi kullanmaya başladı bu mecraları. Mesela 2012 ABD seçimlerinde Barack Obama ve Mitt Romney sosyal medyayı o kadar etkin kullandılar ki tüm seçmenler gelişen olayları sosyal medyadan takip ediyordu. Bu arada kişilerin sosyal medyada etkilerini değerlendiren Klout’a göre, Obama 100 üzerinden 99 puanla dünyanın sosyal medyadaki gücü en yüksek siyasetçisi olduğunu açıkladı.
  • Hayatımıza renkli mi renkli, değişik mi değişik Pinterest girdi, aslında 2011’de girdi ama biz bu sene keşfedebildik. İçerik sorunu yaşandığı belirtiliyor ama bana sorarsanız görsel anlamda çığ açmış durumda. 
  • Ve Google + sahnede yerini alır, verilere göre üyeler ayda ortalama 3,5 dakika geçiriyorlarmış. Tabi ki en büyük rakibi Facebook çünkü insanlar Facebook’ta ayda ortalama 7,5 saat geçiriyorlar. 
  • Facebook bizi Timeline’a geçirdi, poke’u kaldırdı, Instagram‘ı satın aldı, Messanger uygulamasını başlattı. Dünya çapında 350 milyondan fazla kişiyi bağımlı hale getirdi. Çok şey değiştirdi sosyal medyada Facebook çok.
  • Twitter büyüdü de büyüdü. Her saniyede 750 tweet atılmaya başlandı.
  • Linkedin 200 farklı ülkede faaliyette ve 160 milyon kullanıcıya sahip. Tam bir business contact ortamı yaratıldı.
  • Bu sene bu kadar sosyal ağları yücelten mobil kullanıcıların artması. Geçen seneye oranla %50 sosyal medyaya mobilden ulaşan sayısında artış görülmekte.
  • Youtube’da izlenme sayısı 1 milyar kişiyi geçen Gangnam Style videosu rekora imza attı.
  • Blog yazarların sayısı arttı. Her ay 3 milyon blog açıldı (bunlardan bir tanesi de benim).
  • Instagram hayatımıza girdi ve fotoları gölgeli, eskitilmiş, çerçeveli falan paylaşmaya başladık.

Sosyal medya artık çoğu kişi tarafından kullanılmasa bile biliniyor durumda. İnsanlar birbirleriyle bu mecraalar üzerinden konuşur, fotoğraf paylaşır, video yollar, yorum yazar hale gelmiş durumda. Hem bireysel hem de kurumsal anlamda sosyal medya çok etkin bir pazarlama aracı olarak görülmektedir. Kaldı ki her geçen gün gelişen bu ortam yukarıda bahsettiğim gibi 2012’de güzel gelişmelere sahne oldu. Böyle giderse 2013 yılında sosyal medya için çok çarpıcı rakamlarla karşı karşıya kalacağız!

Bizim Yılbaşımız ile Onların Noelleri Farklı

Sayılı günler kaldı 2013’e girmeye. Evlerde çam ağaçları süslendi, camlara “Hoş geldin 2013” ve türevleri yazıldı, piyango biletleri alındı ve hazır bir şekilde geri sayımı bekleme moduna geçildi. Modumuz güzel ama maalesef kullanışımız yanlış. 


Genellikle yeni yıl ve Noel kutlamaları birbirine karıştırılır. Biz yeni yılı beklerken, Hristiyanlar Noel’i yaşamaya başlamış oluyorlar bile. Hani 31 Aralık gecesi 23:59:50’de saymaya başlıyoruz ya 10,9,8 diye işte biz ona yılbaşı ya da yeni yıl diyoruz. Bizimkisi sadece takvim olayı aslında eski yılın bitişi yeni  yılın başlangıcı. Ama Hristiyanlar her yıl Aralık’ın 25’inde başlayan ve bir hafta süren Noel Bayramını kutluyorlar. Çünkü Hristiyan halkı 25 Aralık’ı Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul eder. Dini bir özellik taşımakla beraber mesih olarak kabul edilen İsa’nın doğum günü yıllık tatil olarak da kutlanmakta. 


Noel kutlamaları çoğunlukla eğlenceli geçer. İsa’nın doğumunun canlandırıldığı oyunlar sahnelenir, Noel ağaçları süslenir, evler bahçeler renkli ışıklar, toplar ve süslemelerle donatılır, hediyeler alınır. Mesela Hristiyan geleneklerine göre Noel Baba 24 Aralık gecesi evlere gelip şömineye asılmış çoraplara hediyeler bırakır. Ama tabi büyükler hediyeleri kendileri koyup çocuklarına hediyeleri Noel Baba’nın getirdiğine inandırıyorlar, ne gereği varsa kandırmanın artık!

Farklılıklarımız olduğu kadar benzerliklerimiz de var tabi. Ne kadar ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de Noel yemeği deyince akla ilk hindi geliyor ve bizde hindi yiyoruz 31’i akşamı. Nasıl Hristiyanlar için Noel tatiliyse 25 Aralık’tan sonrası, bizim içinde 31 Aralık öğleden sonra başlayan ve 1 Ocak akşamı sona eren resmi tatildir yeni yıl. Onların Noel ağacı süslemesi varsa bizim de Yılbaşı ağacı süslememiz var. Sonuç itibariyle yılbaşında yada Noelde hepimiz ailemizle ve dostlarımızla güler eğleniriz amaçta hep beraber eğlenceli vakit geçirmektir zaten. O zaman şimdiden bizim için mutlu yıllar onlar için de Merry Christmas diliyorum:)

Silivri’den Sessiz Çığlıklar Yükseliyor!

Her şey önceden kurgulanmıştı. Kimin neyle suçlanacağı, davaların hangi aşamalarında kimlerin dahil edileceği saptanmıştı. Senaryolar yazıldı, kurguyu medya üstlendi ve yavaş yavaş oyunlar oynanmaya başlandı.


2007 yılında başladı Ergenekon Davası, dalga dalga büyüdü 275 kişinin ifadesine başvuruldu ve şu anda  bu davadan 67 kişi tutuklu yargılanıyor. Suçlarının ne olduğunu bile bilmeyen Genelkurmay Başbakanı eski Org. İlker Başbuğ, CHP Milletvekilleri Mustafa Balbay, Prof. Mehmet Haberal ile gazeteci Tuncay Özkan tutuklular arasında.


Ergenekon kadar ses getiren davalardan bir tanesi de Balyoz. 367 sanık var ve bu sanıkların 250’si tutuklu. Bahsi geçen iddalar; Türkiye Cumhuriyeti hükümetini devirmek ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içerisinde bir cunta oluşturulma yönünde.


Bu 2 dava Cumhuriyet tarihinin deli saçması iftiralarından bir kaçı. Seçilmiş kişilerin bilgisayarlarına olmayan bilgiler yerleştiriliyor, ülkeyi bölme planları konuluyor ve böylelikle operasyonda gözaltına alındığında delil de kendiliğinden elde edilmiş oluyor. Terör örgütü kurmak, hükümeti yıkmak ve bu eylem planlarını barındıran internet siteleri kurmak gibi akıl almaz suçlamalar. Onların amacı başka tabi Atatürk’ün temellerini attığı Cumhuriyeti yıkmak,  Atatürk düşmanlığı yaratarak Atatürk’ü unutturmak…


Silivri’de yargılananlar demek bile ağır geliyor bana. Okumuş, kültürlü, Mustafa Kemal’in ilke ve inkılaplarına bağlı insanlarımız, kendini bilmez memleket düşmanları yüzünden orada yatıyorlar. Senelerdir bu topraklarda birlik ve beraberlik içinde yaşadığımız kardeşliğimize gem vuranlar, kendi kin ve nefretleriyle baş edemeyecek duruma düşecekler haberleri yok!


Tutuklu sanıkların yakınları ve bu suçlamaları protesto eden bilinçli insanlarımız Türkiye’nin dört bir yerinde “Sessiz Çığlık” eylemleri düzenliyorlar. Bu eylemlerde dava sanıklarının yakınlarının açıklamaları ve tutsak tutulan sanıkların mektupları okunmakta. Bu millet için dişini tırnağına takarak ülkemizi iyi yerlere taşımayı bir amaç belleyen bu insanlar, serbest kalsalar bile yaşadıklarını asla unutamayacak ve hiçbir zaman kendilerini yargılayan köhne zihniyetleri affetmeyeceklerdir.