Blog

Monet’den Doğan Empresyonizm

Bugün yağmurlu bir gündü ve ben böyle günlerin en güzel aktivitelerinden bir tanesini gerçekleştirdim: müze gezintisi. Boğaza nazır lezzetli bir kahvaltı yaptıktan sonra annemle kendimizi Sabancı Müzesi’nde bulduk. 1 ay önce görmüştüm Monet Sergisini ama bir türlü gidememiştim, kısmet bugüneymiş.

Müzenin diğer ismi Atlı Köşk diye geçer, gerçekten de girişte şaha kalkmış bir at görürsünüz. Yeşillikler içerisinden geçerek müzeye ulaşabiliyorsunuz, boğaz manzarası tek kelimeyle şahane. Köşkü de geçtikten sonra işte karşınızda eserleriyle Monet !
1800’lerden başlayan Fransa ve Claude Monet’nin kronolojik olayları girişte sizi  karşılıyor. Açıkçası hepsini okumama rağmen aklımda pek bir şey kalmadı, zaten unutkanlık hat safhadadır bende şaşırmıyorum kendime o yüzden 🙂 Monet’nin soy ağacını, çalışma gözlüğünü, paletini ve piposunu gördükten sonra çiçek ve doğa temalı eserlerle baş başa kalıveriyorsunuz. Sergiye gittiğinizde de gözlemleyebileceğiniz üzere, üretimlerinin ana teması Giverny Bahçesi’nde yoğunlaşıyor. Çünkü Monet evinin bahçesini resmetmekten büyük bir keyif alırmış. Grandes Décorations-Su Bahçesi odasında göreceğiniz devasa tablolar I. Dünya Savaşı’nın sona ermesini kutlar nitelikte olup salkımsöğüt ve nilüferlerin suya yansımaları da ayrı bir güzellikte betimlenmiştir.

Gökyüzünün günün farklı saatlerinde değişen renk yansımalarını eserlerinde ele almayı unutmamış Monet. Hangi saatlerde resmettiyse eserlerini ona göre isimlendirmiş: Pourville Kumsalı Günbatımı ve Gün doğumu gibi. Monet’nin Japon kültüründen esinlendiğini nilüfer aşkından ve Japon Köprüsünden bakarak yaptığı eserlerden anlayabilirsiniz, gerçi kendisi böyle bir şeyi hiç bir zaman kabul etmemiş ama görünen köy de kılavuz istemiyor hani… Eserlerin bir kaçında her yer boyanmamış, sanki eser yarım kalmış havası var. Evet gerçekten de Monet kendince bitirmediğini düşündüğü eserlerin her yerini boyamaz ve o eserlerin altına imzasını atmazmış.

Claude Monet yaptığı eserlerle empresyonizm (İzlenimcilik) akımının öncülerindendir. Bu akım 19. yüzyılda Fransa’da baş göstermiş ve  sanatçılar daha çok eserlerinde doğada görüneni değil, kendilerinde bıraktığı izlenimleri resme almışlar. Buradan da anlaşılacağı gibi her ressam kendi duygu ve düşüncelerini katarak eserlerini sanatseverlerle buluşturmaya o zamanlarda başlamış.

1850’li yıllarda böyle bir yeteneğe sahip olan ressamın eserleriyle buluşmaktan sizinde benim kadar keyif alacağınızı düşünüyorum. Biraz olsun sanata ilginiz varsa, 6 Ocak’a kadar devam edecek olan “Monet’nin Bahçesi” sergisini kaçırmayın derim.

Hem Önemli Hem Yararlı Hem de Unsurlu Bu İtibar!

Toplum tarafından beğenilme ve takdir edilmeyi ifade eden itibar kavramını daha önce ele almıştım. İtibarın oluşum aşamasında bir çok kavram ortaya çıkıyor. Biraz teorik kaçabilir ama ele almakta yarar var çünkü herkesin itibarı söz konusu bu durumda ?

Kimlik, marka, kültür ve imaj olmak üzere 4 öğe üzerine kurulmuştur itibar. Kurumların kimliğini çalışanların tutumları ve davranışları belirler. Aynı zamanda kimlik, rakiplere fark yaratmak ve belirlenen hedef kitlenin kafasında bir fikir oluşturmak adına oluşturulur. İnsanlar sahip oldukları fikir, düşünce ve tutumları belirli bir inanç ve değerler sistemiyle oluşturuyor ve böylelikle kendi inanç ve alışkanlıklarıyla kendi kültürlerini ortaya koyuyorlar. Kurum kültürü de çalışanların davranışlarını, giyim  ve konuşma tarzı gibi ortak paylaşımları etkiler. Herkes başkaları üzerinde belli bir izlenim ve farkındalık yaratmak ister. Kişi için nasıl dış görünüm, ortam ve davranışlar önemliyse kurum içinde imaj bir o kadar önemlidir. Nasıl herkesi birbirinden ayıran bir ad, soyad varsa ürünleri/ hizmetleri birbirinden ayıran özelliklerin başında da markalar vardır. Tüketiciler aldıkları ürünlerin markalarına dikkat ederler çünkü bir ürünün marka olması kurumların o ürüne yüklediği anlam aynı şekilde müşterileri tarafından da algılanmaktadır. Tek başına imaj, kültür, marka ve kimlik öğeleri işletmelerin saygınlığını anlatmak için yeterli değildir. Bu yüzden kurumlar bu 4 itibar unsurunu birlikte değerlendirmesi gerekmektedir.

Bu kadar tez tadında anlatış kafidir diye düşünüyorum ve hazırsanız itibarın yararlarını anlatmaya başlıyorum. Bir kişinin toplum içerisinde olumlu bir itibar yaratması o kişinin önündeki bütün kapıların açılmasına, hayranlarının artmasına ve saygı duyulmasına neden oluyor. Bireylerin yarattığı itibar ve kurumsal itibar her zaman rakiplerin bir adım önünde olmayı sağlar. İtibarı oluşturmak uzun bir zaman alırken yıkmak an meselesidir. Büyük emeklerle inşa edilen itibar bir çırpıda yıkıldıktan sonra eski gücüne kavuşması için 7 yıla ihtiyacı olduğunu biliyor muydunuz?

İtibar’ı en iyi tanımlayan cümlelerden bir tanesini Charles Fombrun kurmuştur: ” İyi itibar mıknatıs gibidir; insanları kendine doğru çeker.  BMW kullanmak için çok büyük miktarlarda para ödemeye hazırızdır çünkü iyi bir itibar mükemmel bir kartvizittir.” Güçlü bir itibara sahip olan kurumlar her zaman yatırımcılar, tedarikçiler ve markalar için ilk tercih sebebi olurlar. Zaten güçlü bir itibara sahipseniz ister istemez marka değeriniz ve müşteri sadakatiniz artmaktadır. İtibara sahip olan işletmelerde çalışanların çalışma şevkinin arttığı ve daha fazla üretim sağlandığı araştırmalarca onaylanmıştır, işte böyle de güzel bir yanı vardır itibarın.

İtibarı uzun yıllar tırnaklarınızla kazıyarak elde edebilirsiniz fakat itibarın önemini de ancak yitirildiğinde anlayabilirsiniz. O yüzden yitirmeden itibarın keyfini sürmenizi tavsiye ederim, haa nasıl itibarı oluşturmanız konusuna gelirsek biraz beklemeniz gerekecek. Takipte kalın ?

Katı’ Sanatı

2 senedir Beşiktaş’ta oturuyorum annem söylemese Saray Kolleksiyonları Müzesini’nin varlığından haberim olmayacaktı. Daha önce Dolmabahçe Sarayı’nın deposu olarak kullanılan Matbah-ı Amire’ne şu anda ziyaretçilere açık depo- müze olarak faaliyet göstermekte. Müzenin depo bölümünde yaklaşık 43.000 tarihi obje olduğu söyleniyor. Saray Kolleksiyonları Müzesi aynı zamanda dönemlik sergilere de ev sahipliği yapmakta. Bende dün bu sergilerden bir tanesini dolaştım ve çok etkilendim: Emel Ogan’ın Katı’ Minyatür ve Tezhip Sergisi.


Zaten ilk dikkatinizi çeken eserlerin ince ince en küçük detayına kadar güzel bir şekilde işlenmiş olması ve renklerin adeta birbiriyle dans ediyormuş gibi uyumu. Gerçekten bazı eserlerde ağzım açık kaldı diyebilirim. Bir A4 boyutunda kağıda yada deriye yapılmış Piri Reis’in dünya haritası ve Katı’ Sanatıyla birleşimi, görmeniz lazım o 2 sanatın birbiriyle bütünselliğini. 


Katı’ sanatıyla ilgili hiç bir şey bilmezken yarım saat içinde görsel olarak tatmin oldum ama daha fazla bilgiye sahip olma merakım beni yalnız bırakmadı ve araştırmaya başladım. 16. yüzyıldan beri kullanılan geleneksel sanatlarımızdan bir tanesi olmakla birlikte desen, motif veya yazının özel bir teknikle oyulup başka bir zemine yapıştırılmasıyla uygulanıyormuş Katı’ Sanatı. Katı’nın anlamı da Osmanlıca’dan geliyor kesme, kesilme, kat edilen demekmiş. Bu sanat dalına en çok yakışan çiçek, bitki, vazo, doğa manzarası ve hayvan figürleri.



Emel Ogan 12 yıldır profesyonel olarak Katı’ sanatını icra ediyor ve bu sergide katı’ ve minyatürden 70 tane eserine yer veriyor. Benim favorilerim hayat ağacı serileri. Eserlerinden örnekleri aşağıdaki linkten görebilirsiniz fakat size tavsiyem sergiye gidip daha yakından incelemeniz.  Emin olun pişman olmayacaksınız…

Fringe

İş çıkışı spor yapmayacaksam ve arkadaşlarımla buluşmayacaksam bilin ki koltuğa yapışmış dizi izliyorumdur.  Seviyorum arkadaş sıcacık evimde kulaklığımı takip yaya yaya yabancı dizi izlemeyi. Hem ingilizcemi geliştiriyor hem de kafamı dağıtıyorum, iyi geliyor bana anlayacağınız. Bu aralar Fringe’e taktım kafayı, dizi 2008’de yayınlanmaya başlamış ben anca 2012’de keşfettim.


Değişik olaylar silsilesi var dizide. Tüm dünyayı etkileyecek (hatta dizinin ilerleyen sezonlarında 2 dünyayı da etkiliyor, şu anda ne dediğimi anlamıyorsunuz ama izleyince anlayacaksınız ) doğa üstü olayları bilimsel açıdan açıklamaya çalışan bir ekip var başrollerde: çatlak bir bilim adamı Walter (John Noble), özel FBI ajanı Olivia ( Anna Torv) ve Walter’ın yakışıklı ve zeki oğlu Peter (Joshua Jackson). Bu ekip FBI’ın bir kolu olan Sınır Bilim Departmanında ( Fringe Division Department of Defense) çalışıyor. İlk bölümünde uçak kazasının olması Lost’un başka bir versiyonunu izleyeceğiz diye düşündürmedi değil açıkçası. Ama Lost’ta ki gibi saçma sapan açıklanmayan olaylar (siyah duman gibi) geçmiyor Fringe’de,  yaşanan her bir olayın bilimsel olarak açıklanması diziye müptela olmama neden oldu.


Yabancı diziler genelde kısa olur, az ve öz anlatılır bir bölümde verilmek istenen. Ama Fringe zaman konusunda biraz Türklere özenmiş galiba. Bir bölüm 40-45 dakika arası sürüyor ne kadar bizimkilerin rekorunu kıramamışlarsa da fena da değiller hani…   
Bilim kurgu, birazcık gerilim, azıcık dram ve ucundan acıkta aşk kokan bir dizi izlemek isterseniz tavsiye ederim Fringe’i. En çok hoşuma gidende Walter’ın her daim kafası güzelmiş gibi davranmasına rağmen her olayı açıklığa kavuşturma yeteneği, bilim adamları normalde de böyle oluyor herhalde. 


Heyecanla izlemem gereken 5. sezon var önümde, o zaman hadi bana müsade!

Baya İleri Demokrasiyi Yaşıyoruz Canım!

Herkesin aklında benzer sorular: Ne olacak bu memleketin hali? Nereye doğru gidiyoruz? Türkiye İranlaşıyor mu? Ekonomi gerçekten iyi durumda mı? Sorular belli hatta cevapları da açık net ama konuşamıyoruz susturuluyoruz ağzımızı açtığımızda.

Ama çok ayıp Elif nasıl böyle düşünürsün senin ülkende ileri demokrasi var diyebilirsiniz. Evet AKP hükümetinin ileri demokrasi diye öne sürdüğü şeyler 10 yıl içerisinde 87 değişik alanda demokratikleşme adımlarının atılması. Bunu yaparken aynı zamanda anayasayı da kendilerine uygun bir şekilde düzenlemeyi ihmal etmediler. Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla başbakandan hemen sonra gelsin, kendisi tümüyle demokrasiyi temsil etsin; demokrasi en iyi yönetim şekli olduğu için devlet de demokrasiye bağlı olarak işlesin. Nasıl ama bak hiçbir değişiklik yok demokrasiyle yönetiliyoruz, her şey aynı hatta bizi ileri demokrasiye götürüyor bu hükümet! 


İşte 2 kelime oyunuyla kandırıyorlar insanları. Bizim halkımızda inanıyor bunların her dediğine. Nolacak ki 2 kömür yardımı, din ile siyaseti karıştıran söylemler, istediklerini yapmadın mı da tehditle yola getiriyorlar insanları. Anayasa değişikliği yapıyorlar ilk maddeye ülkenin yönetim şekli demokrasi diyorlar ikinci maddeye demokrasiyi başbakan temsil eder üçüncü madde de ise demokrasi eşittir başbakan diyerek bizi bitiriyorlar. Ha bu arada anayasanın değiştirilemez hiçbir maddesi yoktur, sadece demokrasi değiştirilemez. Değiştirilmesi teklif bile edilemez yazıyor ama bu yazanın altında anlam başka tabi ki. Demokrasiyi değiştiremezsin tabi ama zaten sen ilk 3 maddede demokrasi = başbakan dediğin anda başbakanın kararlarını da değiştiremezsin anlamı çıkıyor ortaya.


Bayram kutlamak istiyorsun önünü kesiyorlar, yürüyüş yapıp hakkını savunmak istiyorsun polisten cop yiyorsun, yazı yazıyorsun hapse tıkıyorlar, anayasayı eleştiriyorsun tehdit ediyorlar. Biz ne yapsak başımıza bir şeyler geliyor ama ödediğimiz vergilerin nerelere harcandığını bile soramıyor sorsak bile cevap alamıyor durumdayız. Onların işi de zor tabi, aldıkları paraları hangi gemiciklere yatırdıklarını unutuyor gariplerim. Düşününce gerçekten baya bir ileri demokrasi yaşıyoruz değil mi? Daha ilerisi nasıl olacak diye de merak etmiyor değilim. Allahım bizi geri demokrasiden koru Yarabbim, amin !

Dijital Ekonomi ve E-Ticaret Zirvesi Part II

Zirveyle ilgili bir önceki yazımda konuşmacıların anlattıkları konuların sadece başlıklarını sizlerle paylaşmıştım. Zirvenin adını alan dijital ekonomi kavramına öncelikle bir açıklık kazandıralım. Kümülatif değer olan dijital ekonomi, kuruluşların ya da kişilerin ürün ve hizmetlerini internet ortamında alıp satma işlemidir. Bu ekonomi sisteminde müşteriler ve iş partnerleri internet araçlarını kullanarak işlemler gerçekleştirmektedirler. Bu modellerin daha iyi anlaşılması için zirvede bir çok konuşmacı dijital ekonomi konularını ele almak üzere bir araya geldi ve şimdi üstadların anlattığı işin püf noktalarını dinlemeye hazırsanız başlıyorum.


Herkes “networking”ün ne olduğunu az çok biliyordur. Dilimize çevrilişi tanışma, tanıştırma ve tanınma sanatı olan networking kelimesi, gelişen teknolojinin kazandırdığı zamanı kurduğumuz ilişkilerle geri kazanabiliyor muyuzu sorduruyor bize aslında. Bir kişiyle veya şirketle irtibata geçebilmek 6 adımda gerçekleşiyor. 6 adımda bağlantı kurulan işbirliklerin %80’i 5. görüşmeden sonra projeye dönüşebiliyor. Eskiden herkesi tanımak için  çaba sarf ederken şimdi bir kişiyi tanıyıp onun tanıdığı 200 kişiyle bağlantı kurmanın önem kazandığı bir dönemdeyiz.

Girişimciliğin bir çeşidi olan Yalın Girişimi ilk defa duydum. Girişimcilik gibi sürdürülebilir, ölçülebilir, yeni iş modeli ve ürün & hizmet yaratmayı içinde barındırıyor. Yalın Girişimi diğer girişimlerden ayıran özellik; büyük düşün, küçük başla, hızlı ölçeklendir, erken başarısız ol kalıpları üzerine kurulu olması. Girişim deneyim demektir ama edinilen her deneyim başarılı olamayabilir bu yüzden erken başarısız olmak her zaman başka bir girişimcilik için yeni bir adım atmanıza yarayabilir.

Google Adwords uygulamalarında yeniliklere gitmiş. Sosyal uzantılarınızı ekleyebiliyor, tablet hedefleme özelliğini uygulayabiliyor ve artık Google Analytics üzerinden yeniden pazarlama yapabiliyorsunuz. Google Adwords’ü nasıl daha etkin kullanmamız gerekenler konusunda da bir kaç tüyolar aldım ama bunları kendime saklıyorum ?


E-ticaret sektöründeki firmalar en çok;  iş geliştirme yönetimi, CRM uzmanı, e-commerce uzmanı, yazılım mühendisi ve kategori müdürü pozisyonları için eleman aradıklarını biliyor muydunuz? Türkiye’den çarpıcı istatistiki veriler üzerinde de duruldu sunumlarda. Her 5 kişiden biri internetten alışveriş yapıyor ve son 9 ayda e- ticaretin %52 büyüdüğü söyleniyor. (2012 verileri henüz açıklanmadığı için 2011 verileri üzerinden konuşuldu tabi ama 2012’de bu yüzde çok daha fazla olacaktır.) Şu an da Türkiye’de 10.000 tane e-ticaret sitesi var ve önümüzde ki 5 yıl bu rakamın 20.000 ulaşması bekleniyor.


Bütün bu sunumlar içerisinde en dikkatimi çekende bir E-Girişimcilik örneği olan: WebtoPrint. Kurucusu bu siteyi kurmak için 5 yıl üzerinde çalışmış ve sonunda dünyanın neresinde olursanız olun döküman, kartvizit, fotoğraf, katalog, davetiye, reklam ürünleri gibi bir çok ürünün baskısını yaptırabiliyor ve istediğiniz yere gönderebiliyorsunuz.


Dijital Ekonomi ve E- Ticaret Zirvesinde keyifli ve eğitici 2 gün geçirdim. Umarım seneye yine aynı şekilde bir çok alanda bilgi edinebileceğimiz bir zirve düzenlerler. Haa, bu arada öğrendiğim her şeyi anlattığımı zannetmeyin her yazımda bir şeyler paylaşmayı düşünüyorum, takipte kalın ??

The Master

Her sabah işe giderken Power Fm’de Power Morning Team’i dinlerim. Çok keyifli ve bir o kadar öğretici sorularla geçer saat 06:30’da başlayıp 10:00’a kadar devam eden programlar. Cuma günü yine Power Morning Team’e Rahşan Gülşan bağlandı ve bu hafta vizyona giren The Master filminin gidilmesi gereken bir çalışma olduğundan bahsetti. Tabi ki merak ettim ve cumartesi gece matinesinde bu filme gittim.


İlk sahneleri çarpıcıydı, koskocaman kumdan yapılmış bir kadına sarılma ve seks objesi olarak görülen bu kumdan kadına olan davranışlar hadi bakalım bu film bizi nereye götürecek diye düşündürdü beni. Birkaç sahne sonra, 2. Dünya Savaşı sonrası askerlerde yaşanan travmaları, kaybedilenleri ve kendini bulma çabalarını Freddie karakterinin üzerine cuk diye oturduğunu farkettim. Tavırlarıyla, yürüyüş şekliyle, bazen ne dediği anlaşılmayan konuşma tarzıyla tam bir serseri  Freddie Quell. Savaş sonrası nereye girse tutunamayan alkolik ve seks düşkünü aynı zamanda. Kendine özgü alkoller yapıp insanları istemeden de olsa zehirleyebilme yetisine de sahip.

Freddie’nin The Cause tarikat lideri Lancaster Dodd ile tanışması hayatının dönüm noktası. The Cause tarikatıyla ilgili filmde çok fazla bilgi verilmiyor. Dodd yeni yeni güçlenmeye başlarken Freddie’yle tanışıyor ve art ardına sorduğu sorularla ilk kayıt altına aldığı hastası da Freddie oluyor. Baba-oğul ilişkisine benzer bir ilişkiyi anlatan The Master Freddie’nin Dodd sayesinde, psikolojik rahatsızlıklarının üstesinden gelerek kendi ayakları üstünde durmayı filmin sonunda bizlere göstermiş oldu. Filmin çok uzun olmasından ve bazı bölümlerde gereksiz anlatım tarzından dolayı  sıkıldığımı itiraf etmeliyim ama alışılmışın dışında olan bu senaryo hoşuma da gitmedi değil.

Phillip Seymour Hoffman (Lancester Dodd) ve Joaquin Phoenix’in (Freddie Quell) oyunculuklarına şapka çıkarmak gerekir.  Sinema eleştirmenlerinin dediğine bende katılarak  bu 2 adam başarılı performanslarıyla şimdiden Oscar’a aday olacağının sinyallerini veriyor. Anlatılanlar hoşuma gitti,  seyri zor olsa bile ben izlerim diyorsanız The Master’ı kaçırmayın derim…

Büyük Milli Matemimiz

Bugün cumhuriyetimizin kurucusu ve devrimlerimizin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 74. yıldönümü. Öncelikle herkes bilmelidir ki Türk Halkı O’nu hiçbir zaman unutmayacak. Biz her şeyin farkında olmakla beraber Atatürk’ün izinden gitmeye devam edeceğiz.


” Atatürk  yüksek bir askerdi. Orduları zaferden zafere götürmeye alışkın bir asker! Büyük büyük kitleler O’nun ” Öl!” dediği yerde sevine sevine ölürlerdi. ” Kal!” dediği yerde çelik bir siper gibi dimdik dururlardı. Bu kudretinden dolayı daima galip geldi, hiçbir harpte mağlup olmak acısını tatmadı.” diyerek devam etmiş  M. Turhan Tan; ” Gene Atatürk, dahi bir diplomattı. Medeniyet alemini idare eden amillerin birbirleriyle mütecanis (bağdaşık) veya zıd mahiyetlerini (içyüz) görmekte ve tecanüslerle (türdeşlik) o tezatlardan Türk yurdu için faydalı  olacak cereyanlar yaratmakta bütün dünyayı hayran eden bir kiyaset gösterdi, ateşi su ve suyu ateş yapmak  kabilinden muvaffakiyetler elde etti.
Fakat onu tarihten evvel ve sonraki devirlerin yeganesi olarak teşhis ettiren, gelecek asırlara da o suretle tanıttıracak olan karakteristik tarafı inkılapçılığıdır. Biz Türkler, bu, büyüklerden büyük, dahilerden dahi, yükseklerden yüksek adamın askeri ve siyasi cephelerde yarattığı harikaları daima hayretle, minnetle yad etmekten geri kalmayacağız.” M. Turhan Tan’ın 1938 yılında kaleme aldığı bu güzel satırlara içtenlikle katılıyorum.


Mustafa Kemal rakiplerine ebedi bir düşmanlık beslemedi. Hem savaşta hem barışta büyük bir liderdi.  Uzatılan dostluk elini çoğunlukla tutmuş ve barış sağlamak adına emin adımlar atmıştı. Yobazlık karşıtı, doğrunun yanında ve devrimciydi. Karizmatik ve uluslararası bir lider olmasının yanı sıra hukuğa çok düşkündü. “Herhalde alemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir” gibi bir çok hukuk ve adalete dair sözleriyle bunu göstermişti. Hayallerini gerçeklik altyapısıyla birleştirerek hayata geçirdi. Bunun en güzel örneği 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresidir. Kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrası ekonomik bağımsızlık için önemli kararlar alınmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan kendi vefatına kadar yaptığı devrimlerle ileri toplumlar arasına yerimizi almamızı sağlayan Büyük Önder Atatürk, kuşkusuz şu ana kadar gördüğüm en vizyoner liderdir.


 Yazar ve öğretmen olan İsmail Habip Sevük 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Akdeniz illerine yaptığı seyahatlerde yanındaydı. Mustafa Kemal’i sade bir dilde anlattığı şiirinden ilk 4 dizesi beni gerçekten çok etkiledi.

Ordu yok dediler, kurulur dedi.
Para yok dediler, bulunur dedi.
Düşman çok dediler, kovulur dedi.
Ve
Bütün dedikleri oldu.


Söylemeden edemeyeceğim, 74 yıl sonra ilk kez Türkiye 10 Kasımı başbakansız anıyor çünkü kendisi iki eli kanda olsa bile gitmesi gereken ismini bile ilk kez duyduğum Burnei’de olması gerekiyormuş!!!


Evet çok zor günler geçiyoruz Atam, her zaman senin izinden yürüyeceğimize, seni unutturmaya çalışanlara inat her zaman seni minnetle ve şükranla anmaya devam edeceğiz.

Dijital Ekonomi ve E-Ticaret Zirvesi Part I

Dijital dünyanın en güncel konularının ele alındığı ve bu sene 2.’si düzenlenen Dijital Ekonomi E-Ticaret Zirvesine katılmak için giriş davetiyesi buldum. Şans bu sefer bana güldü dedim içimden çünkü 1 hafta önce internette araştırıp çok pahalı ben gidemem diye arkadaşa mail atmıştım. Gerçi 2 tane program varmış ve bana gelen davetiye  pahalı olan seminerlere katılmak için değilmiş zaten, ama siz yine de çaktırmayın ?  Sonuçta Hilton Convention Center’da dijital ortamın havasını soludum o bile yeter bana…


Zirveyi kısaca anlatmak gerekirse; fuar alanına girdiğinizde sponsor firmaların standları ve her standın başında stand sorumlusu bilgi vermek için sizi karşılıyor. Ana konferans ve paylaşım kürsüsü olarak 2 farklı program düzenlenmiş ama zaten bütün konuşmacıların ele aldığı konular dijital ortam ile ilgili.


Ben paylaşım kürsüsündeki programa katıldım, bugün yapılan bütün sunumlar gerçekten hem eğitici, hem düşündürücü bir o kadar da başarılıydı. Networking’ten tutun  girişimcilik, adwords uygulamaları, e-ticaretin hukuki alt yapısının nasıl olması gerektiği, e-dış ticaret ve e- pazar araştırmasıyla ilgili ciddi anlamda bilgiyle donandığımı düşünüyorum. Tabi ki de size buradan öğrendiklerimi tek tek anlatmayacağım ama şunu söylemeliyim ki artık herkes bir şekilde hayatına e-ticareti sokmuş durumda. Şu anda Türkiye’de e-ticaret gittikçe büyüyen  bir ivmeye sahip. Sizde bu büyüyen dijital ekonomi pazarından pay almak istemez misiniz? Şayet, aklınızda bir soru işareti oluşturduysam detaylı bilgi için Dijital Ekonomi ve E-Ticaret Zirvesi Part II’yi beklemeniz gerekecek, hadi size iyi günler ?

İtibar mı, O da Ne?

Yüksek lisans bitirme projemi kaleme aldığım zaman ben itibar kelimesiyle ilk ne zaman tanıştım da bu kavram üzerine bir şeyler yazıp çiziyorum diye düşündüm. Daha sonra bir anda her şey aydınlandı kafamda. Aslında kulağım aşinaydı bu sözcüğe ama hep kişilerin itibarlarıyla ilgiliydi benim duyduklarım, okuduklarım. Hatta itiraf etmeliyim magazin okurken ilk tanıştım galiba ben itibar ile. Bende her kadın gibi magazin okumayı seviyorum, yapacak bir şey yok ? Evet, evet şimdi daha net hatırlıyorum. Başlıklar genelde şöyle oluyordu: “Flaş, flaş, flaş itibarı yerle bir oldu!” ya da ” Son dakika: Ünlü oyuncu dedikodulara itibar etmeyin! ” dedi.


Hayatımızda sık  sık doğru yerde kullanılması gereken, aslında anahtar kelimedir itibar. Arapça kökenli olup “saygınlık” anlamına gelir. Soyut bir olgu olduğu için kafanızda birinin veya bir durumun nasıl algılandığı ve nitelendirildiğiyle ilgili çağrışım yapabilir. Kısacası değerli, güvenilir olma durumu, prestij olarak tanımlanabilir.


Son zamanlarda itibar “kurumsal” kelimesiyle bir arada kullanılınca bir anlam kazanmaya başladı. Aslında uzun zamandır hayatımızda ama Türkiye’nin  “kurumsal itibar” ile birbirini bulması 1999 yıllarını buluyor. Tabi ki daha önce üzerinde çalışmalar, makaleler yazıldı fakat halkın bu kavramla karşılaşması, Türkiye’de kuruluşların kurumsal itibarlarını değerlendirmek üzere Capital Dergisi’nin her yıl yayımladığı “Türkiye’nin En Beğenilen Şirketler” araştırmasıdır. O günden bugüne her sene Capital bu çalışmayı yapar ve sıralamaya giren şirketler kendileriyle gurur duyarlar!


Neyse, şimdi konumuz bu değil, itibar kavramına geri dönelim. Güven ve güvenilir olma hissi veren bu sözcük, herhalde anlamından dolayı olsa gerek; bana sadık, yanı başımda bekleyen ve beni hiç yalnız bırakmayacak etkisi yaratıyor. Kurumsal kimliğe bürünen itibar ise; güçlü adımlarla ilerleyen, başı dik, sapasağlam seni karşılayan bir şirket imajı veriyor bana, size de öyle bir imaj yaratmıyor mu? Galiba çok fazla yabancı dizi izlememeliyim, hayal gücüm tavan yapmış olabilir çünkü ?


Bence artık herkesin itibar kavramını bir an önce hayatına sokması lazım. Hem kişisel hem de kurumsal kimliğe bürünebilen bu kelime sizin de hayatınızı düzene sokmaya yarabilir ve hatta işinizde stratejik olarak, çok zor elde ettiklerinizi bir anda yitirmenin ne demek olduğuyla tanışırsanız (ki tanışmanızı hiç istemem) işte itibar bu demekmiş dediğiniz anda bilin benim kulaklarım çınlıyor olacaktır…