Blog

Diderot Etkisi

Her gün en az bir şey satın alıyoruzdur. Ev ihtiyacı olur, gıda olur, kıyafet olur, elektronik eşya olur fark etmez. Döngünün devam etmesi için para kazanıp harcama eylemlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunun bir dengesi bulunmaktadır eğer ki o denge bozulursa bu tüketim çılgınlığına dönebilir.

Tüketimde domino etkisi olarak geçen Diderot etkisinden sizlere bahsetmek istiyorum. Diderot etkisi, isminden de anlaşılacağı üzere Fransız filozof ve yazar Denis Diderot’dan ismini alıyor. 18.yüzyılda yaşayan Diderot, Aydınlanma Çağı’nın en önemli öncülerindendir. Diderot “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı yazısında tüketim çılgınlığına nasıl düştüğünü anlatıyor. Hikaye oldukça ilginç. Çok ünlü bir yazar olmasına rağmen, Diderot o yıllar yoksulluk içerisinde yaşamına devam ediyor ve 1765 yılında Fransız edebiyatına ve tarihine düşkün Rus İmparatöriçe Büyük Catherine Diderot’nun durumunu öğreniyor. Yardımcı olmak için Diderot’nun kütüphanesini satın alıyor. Daha sonra Catherine Diderot’u kütüphaneci olarak işe alıyor ve 25 yıllık maaşının tamamını ödüyor. Eline geçen yüklü parayla Diderot tüm borcunu kapatıyor ve ne zamandır almak istediği kırmızı sabahlığı gidip alıyor. 

Filozof her sabah sabahlığını giyip çalışma odasına geçer ve çalışmaya başlar. Bir gün Diderot giydiği sabahlığın evdeki eşyalara yakışmadığını, eski olduklarını ve sabahlığa uyum sağlamadığını düşünür. “Artık her şey uyumsuz, artık koordinasyon yok, birlik yok, güzellik yok” diyerek önce çalışma masasını değiştirir daha sonra halının uyumlu olmadığını düşünür ve gidip halı alır. Diderot evdeki eşyaları değiştire değiştire tüm eşyalarını yenilemiş olur ancak Diderot eskisi gibi borca batık hale gelmesi çok uzun sürmez. “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” yazısında, eski sabahlığımın efendisi iken yenisinin kölesi oldum der. 

Diderot etkisi hem tüm zamanlardaki alışveriş arzusunu hem de günümüzdeki tüketim çılgınlığını anlatması açısından önemli bir yere sahiptir. Alışverişe çıktığımızda Diderot etkisi bizlere de yansır. Gömlek almaya gittiğimiz dükkandan ceket, pantolon yada ayakkabı gibi gömleği tamamlayacak ürünler satın alabiliriz. Ben en çok gıda alışverişi yaparken bu etkiden etkileniyorum. Ekmek, yumurta, süt eksik olsa bile o alışveriş sepeti biranda başka ürünlerle dolabiliyor.

Diderot etkisiyle başa çıkabilmemiz için kendimize belli başlı sorular sorabiliriz. Sahip olduğum ürün veya hizmet ihtiyacımı karşılıyor mu? Bu ürün yada hizmete gerçekten ihtiyacım var mı? Neye para ödüyorum? gibi soruların cevapları sizi yönlendirebilir.

Ama şunu da unutmayın ki her satın alma kararı yenisini tetikleyecek başka bir şeyin daha satın alınmasına sebep olacaktır. O yüzden içinizdeki tüketim çılgınına dur demek sizin elinizde…

2023’ün Dijital Trendleri

Dijital pazarlama sürekli kendini geliştiren, trendleri takip eden, tüketici alışkanlıklarını inceleyen bir alandır. Dolayısıyla dün doğru olan bugün olmayabilir o yüzden değişen dünyaya adapte olmak gibi bir çağın gerekliliği söz konusudur. Piyasa şartlarında marka bilinirliliğinin artması, ürün veya hizmetin satışını arttırmak için dijital pazarlama stratejilerin belirlenmesi gerekmektedir. 

Hepimize yararı olacak 2023 yılının dijital trendlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Dijital işlerde başarıyı etkileyen en önemli unsur içeriktir. Kişi ve işlemler hedef kitlelerine ulaşmak için doğru iletişim yöntemlerini kullanmalıdırlar. İçerik pazarlamasının da her gün geliştiğini varsayarsak, oluşturulan içeriklerin muhakkak SEO ile uyumlu olmasına önem göstermek gerekmektedir. İçeriklerin daha fazla ilgili kişiyle buluşmasını sağlamak için içerikle uyumlu SEO çalışmaları yapılmalıdır.

Hazırlanan içeriklerin faydalı ve bilgilendirici olması aynı zamanda düzenli bir şekilde içerik üretimi dikkat edilmesi gereken noktalardır. Dijital ortamın olmazsa olmazı ise yayınlanan platformların hızlı olmasıdır. Çünkü içerikleri incelemek isteyen kişiler 3 saniyeden sonra sayfa açılmıyorsa başka bir sayfaya yönelirler ve bir daha açılmayan sayfaya geri dönmezler. 

Sanal Gerçeklik yükselen başka bir trend ve böyle de devam edeceği gözlemleniyor. Kültür-sanat, eğitim, sağlık, oyun gibi birçok sektörde sanal gerçeklik kullanılırken potansiyel büyümenin hızla artacağı öngörülüyor. Sanal gerçeklik hayatımızın merkezine girmesi nedeniyle metaverse reklamcılığı, yapay zeka reklamcılığı ve NFT pazarlama gibi kavramlarada hazırlıklı olmalıyız.

Kablosuz teknolojinin hız geçmeden gelişimlerinden kaynaklı operatörlerin bağımsız 5G ağlarına yatırım yaptıkları belirtiliyor. Böylece 2G, 3G, 4G gibi kademeli bir şekilde ilerleyen ağların ortadan kalkıp en son güncellenen ağların hayatlarını sürdürecekleri planlanıyor.

Z kuşağının sosyal medya sevgisi alışveriş algısınıda değiştirdi. Instagram, YouTube veTikTok mecralarında bulunan mağazalardan alışveriş yapmak 2023 yılının dijital trendlerinden biri. Dünyada sosyal medya üzerinden yapılacak ürün ve hizmet harcamalarının 2023’de 1 trilyon doları aşacağı tahmin ediliyor.

Influencer marketing, 2021 yılında hayatımıza giren ve oldukça hızla büyüyen bir pazardır. E-ticaret firmalarının özellikle kullandığı influencer marketing stratejisi 2023 yılında da devam edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Yukarıda bahsettiğim unsurlar dışında müşteri deneyimine ve memnuniyetine önem veren kişi veya firmalar 2023 yılında önem kazanacak. Daha önce alışveriş yapan kişilerin yorumları, hedef kitlenin marka sadakatinin artmasına sebep olabilir.

Doğru stratejiler belirleyip ve stratejileri etkili bir şekilde uygulayabilirseniz 2023 yılının dijital trendlerine ayak uydurabilirsiniz.

YenidenBiz

Aralık ayının başında Harvard Business Review’un düzenlediği 5.YenidenBiz Zirvesi’ne katıldım. Uluslararası birçok firma yöneticilerinin konuşmacı olduğu zirvenin konusu, insan odaklı büyüme idi. Zirveye ismini veren,  ismini ilk kez duyduğum, benim ilgimi çeken ve eminim sizinde ilginizi çekecek olan YenidenBiz Derneği ile sizleri tanıştırmak istiyorum.

YenidenBiz, Çalışma hayatına ara vermiş kadınların iş arayışı süreçlerini destekleyebilmek ve kadın istihdamına katkıda bulunabilmek amaçlı kurulan bir dernektir. 2013 yılında kurulmuş, farklı sebeplerden iş hayatına ara vermiş, isminden de anlaşılacağı üzere “yeniden” işe dönmek isteyen kadınlara destek olunuyor. YenidenBiz, 8 sene içerisinde eğitimler, mentorluk, zirveler, şirket işbirlikleri yaparak faaliyetlerine devam etmektedir.

Türkiye’de 2022 yılının 3.çeyreğinde işsiz kadın sayısı 700.000, kadınların işgücüne katılım oranı ise %34’dür. 700.000 rakamının yaklaşık 30.000-50.000 sayısı hem üniversite mezunu hem de işe dönmek isteyen kadınlar olduğu belirtiliyor. Şu an YenidenBiz topluluğunda 2.300 kadının özgeçmişi bulunuyor ve tekrardan çalışma hayatına dönmek istiyorlar.

Çalışma hayatında kadının becerilerine ve yeteneklerine ihtiyaç var. Cinsiyet eşitliği ve şirket içi çeşitlilik olduğu sürece profesyonel hayatta kadın çalışanların sayısı artacak ve ülke ekonomisine katkısı gözle görülür bir şekilde yükselecektir. YenidenBiz Derneği tam olarak neler yapıyor hemen sizlere bahsedeyim.

YenidenBiz, mülakatlar ile adayları tanıyor. Kadınların edindiği tecrübe ve deneyimlere göre iş imkanlarına bakılıyor. Adayların istedikleri kriterlere göre işler proje bazlı, dönemsel ve yarı zamanlı olabiliyor. Hatta kendi işini kurmak isteyen girişimci kadınları de dernek destekliyor. EMCC Türkiye- Avrupa Mentorluk ve Koçluk Konseyi desteğiyle mentorluk isteyen kişilere destek oluyorlar. Kadınların kendine güvenlerinin artmasına ve karşılarına çıkan fırsatları değerlendirmelerine imkan sağlıyorlar.

Alanlarında uzman eğitimcilerle, sunum içerikleri, liderlik, dijitalleşme, imaj yönetimi alanlarında eğitim hizmetleri de sunmaktadırlar. Tüm bu eğitim ve gelişim programlarının amacı, kadınların iş hayatın da yeni yetkinlikler edinerek kendilerine güven aşılamak ve profesyonel hayata katılmalarını sağlamaktır. 65 gönüllüyle 120’den fazla aday geliştirme programı kullanarak 7.000 kadın eğitimlerden faydalanmıştır. 300’den fazla kadın işe dönmüş ve mutlu bir şekilde çalışmaktadır.

Cumhuriyetin 100.yılında iş hayatına tekrar dönmek isteyen 1.000 kadının işe dönüşüne katkıda sağlamak amacıyla “100.yılda 1.000 kadın” projesini ilham verici buluyorum. YenidenBiz hakkında daha detaylı bilgiye sahip olmak isterseniz, buradan derneğin sayfasına ulaşabilirsiniz: https://www.yenidenbiz.org/

Kadının gücünü ortaya koyan ve sahip olan potansiyelin dışarıya çıkmasına yardımcı olan toplulukları kutluyor ve destekliyorum. Peki ya siz?

Recep İvedik 7

Konusu ve karakteri açısından benim pek tarzım olmayan bir film izledim. Arkadaşım Doğanay Cireli’nin filmde oynaması, başrol oyuncusunun trollerce saldırıya uğraması filme olan merakımı arttırdı ve filmin detaylarını sizlerle paylaşmak istedim.

Recep İvedik, Şahan Gökbakar’ın canlandırdığı neredeyse tüm Türkiye’nin tanıdığı bir film karakteri. Seri olan Recep İvedik’in daha önce hiçbir filmini baştan sona izlemedim, 7 hariç. Türkiye’de en çok izlenen film rekoru Recep İvedik 5 sonrada 4 imiş. Bu kadar beğenilmesinin sebebini Recep karakterinin içi dışı bir, samimi ve filtresiz olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle çocukların çok sevdiği Recep İvedik, baktığınızda kaba saba biri fakat herkesin içinde bir şey bulduğu aşikar.

Şimdiden söyleyeyim yazımın içeriği spoiler barındıracaktır o yüzden filmi izlemek isteyenler makalemi sonra okuyabilirler. Şahan Gökbakar uzun bir film yapmış ve birçok konuyu ele almış. Çekimleri Ayvalık’ta 1,5 ay süren Recep İvedik 7’nin konusu evrensel bir konu; orman ve köy savunması. Bir inşaat firması ormanın içerisinde bulunan Yutan Köyü’ne gelerek ağaçları kesip, hayvanların yaşam alanını yok ederek termal otel yapmak istiyor. Film boyunca bunu istemeyen köy halkı ve çevrecilerin direnişini izliyoruz.

Filmde bolca sistem eleştirisi bulunuyor. Recep İvedik ilk sahnede televizyon izlerken “bir uçuyoruz bir kaçıyoruz” hangisine inanacağız diyerek medyanın ikiyüzlülüğüne atıfta bulunuyor. Şahan’ın elektrik faturasının pahalılığına bir sıfır fazla mı koymuşlar diyerek hepimizin faturalara baktığımızda verdiğimiz tepkiyi filmde yer verdiğini görüyoruz.

İlgimi çeken birkaç film karesinden daha sizlere bahsetmek istiyorum. Yutan Köyü’nü Yutan Köyü yapan şeylerden biri çamuru ve ormanı. Dolayısıyla filmde bol bol yutan çamurunu da duyacaksınız. İnşaat firmasının isminin Çökelek Holding olması ve inşaat firma sahibinin tatil köyünü tanıtırken kurduğu “herkesin alnına koyacağız” sözleri çok yerinde şakalardı. Arazilerin 49 yıllığına tahsis edilmesi, muhtarın eğer vermeseydim kuzenlerimi işten çıkaracaklardı demesi, tatlıların altınlarla süslenmiş olması ince mesajlar içeriyordu. 

İnşaat sahibinin bir sahnede köylüler için, bunlar zaten cahil 2 kuruş para alır her şeyi satarlar ve pılını pırtısını toplayıp giderler sözleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün “köylü milletin efendisidir” lafını kulaklarımızda yankılanmasına neden oluyor. Kadınların toplum içerisindeki yeri ve önemine filmde yer verilmiş. Tapuların bir kısmı kadınların üzerine olup, erkeklerin tek başına karar alamayacaklarını ilk sahnelerde görüyoruz. Hem saz çalarken hem direnirken kadınları filmde bolca görüyoruz.

Rekorlar kıran Recep İvedik serisinin 7.’sini sinemalarda göremeyeceksiniz çünkü şu anda sadece Disney +’da yayınlanıyor. Bunun sebebininde ekonomik koşullar, pandemi ve sinema biletlerinin pahalılığı olduğunu Şahan Gökbakar verdiği röportajlarda belirtiyor.

Sonuç olarak, ince ince giydirmeleri, zeki şakaları, olaylara bakış açısıyla benim beklentimi karşılayan bir filmdi. Sizde izlemek isterseniz şimdiden iyi seyirler. 

Atasözleri ve Deyimlerin Gerçek Hikayeleri

Günlük hayatta konuşurken ve yazı dilinde atasözü ve deyimleri sık sık kullanıyoruz. Peki atasözü ve deyimlerin hangi hikayelerden geldiğini biliyor musunuz? Gelin hep beraber öğrenelim.

Güme gitmek, Osmanlı döneminde Yeniçeriler suçluları hapse atarken “hoop güm” şeklinde naralar atarlarmış. Suçu olmayan kimseleri yanlışlıkla zindana atıldığı durumlarda, halk günahsız hapse atılan kişiler için “yazık, güme gitti” dermiş.

Bize de mi lo lo lo’nun ortaya çıkışı benim en ilgimi çekenlerden. Borcunu ödemeyen bir adam tefeciler tarafından mahkemeye veriliyor ve adam avukatına gidiyor durumu anlatıyor. Avukat “merak etme, seni kurtarırım” diyor. “Nasıl olacak bu iş” diye adam avukatına soruyor. Avukat anlatıyor, “mahkemede dilsiz taklidi yapacaksın, yargıç ne sorarsa ‘lo lo lo’ diyeceksin diyor. Mahkeme günü geldiğinde yargıç ne sorarsa adam “lo lo lo” diyor ve avukat “benim müvekkilim dilsiz, böyle bir borcu yok zavallıyı mağdur etmek istiyorlar” der ve davayı kazanırlar. Bir kaç gün sonra avukat adamdan ücretini talep eder. Adam avukata “lo lo lo” der. Şaşıran avukat “bize de mi lo lo lo, benim verdiğim akılla beni mi alt edeceksin” der ve bu deyimin hikayesi buradan gelir.

Mürekkep yalamak, yazı yazarken eskiden mürekkep boyası kullanılırmış ve mürekkeple yazılan yazıları hatalı yazınca düzeltmek için serçe parmağının ucuyla dilini ıslatıp hatalı olan yeri silerlermiş. Böylelikle yazı ustasının serçe parmağına bulaşan mürekkebi diline de bulaşmış olurmuş. Anlaşılacağı üzere mürekkep yalamak deyimide buradan gelmektedir.

Foyası meydana çıkmak, kuyumcular yaptıkları kolye, yüzük, küpelerin üzerine mücevherlerin ışığı daha iyi yansıtsın ve daha parlak gözüksün diye “foya” adı verilen bir madde sürerler. Bu madde belli bir zaman sonra dökülür. Halk arasında doğru söylemeyen ve insanları kandıran kişilere foya maddesinden kaynaklı “foyası meydana çıktı” deyimi kullanılır.

Dingo’nun ahırı, Şişhane’nin dik yokuşuna çıkmakta zorlanan atlı tramvaya destek olmak için ek atlar kullanılırmış. Destek için gelen atlar Taksim’de bulunan Dingo isimli Ermeni bir kişinin ahırında dinlendirilip sonra tekrar çalışmaları için götürülürmüş. Gün içerisinde atların sık sık girip çıkmasından dolayı girenin çıkanın belli olmadığı anlamına gelen “Dingo’nun ahırı” deyimi bu şekilde kullanılmaya başlanmıştır.

Timsah gözyaşları, timsahlar avlarına yaklaşıp onları yedikten sonra sinüslerinde sıkışan hava sonucu gözyaşı dökerler. Bu gözyaşlarının acıyla ve üzüntüyle alakası olmamasından dolayı bir şeye üzülmeyen ama üzülmüş rolünü yapan kimselere timsah gözyaşları döküyor denmektedir.

Atların dizlerinde kilit mekanizmaları vardır. Ayakta dururken hiç enerji harcamazlar. Atlar öldüklerinde dizleri kitlenmiş haldeyse, sırtüstü devrildiğinde bacakları havaya kalkmış halde durur. Bu yüzden ölen kişi için “nalları dikti ” deyimi kullanılır.

Kurtlar sofrası, bir kurt sürüsü avlanacak hayvan bulamazsa ve aç kalırsa hepsi bir araya toplanıp daire oluşturur. İçlerinde en zayıf olanı belirleyip öldürüp yerler. “Kurtlar sofrası” deyimi de buradan gelmektedir.

Osmanlı zamanında haremlik ve selamlık arasında iletişimi dolaplar sayesinde kurarlarmış. Birbirine ilgisi olan ve görüşmek isteyen kişiler herkesten gizli bir şekilde haberleşirlermiş. Bu yüzden gizli yapılan işler için “dolap çevirmek” deyimi kullanılmaktadır.

Kullandığımız deyim ve atasözlerinin anlamlarını araştırıp öğrenmek benim için çok keyifliydi. Umarım sizin içinde bilgilendirici bir yazı olmuştur 🙂

Dijital Detoks

Teknolojinin gelişmesiyle dijitalleşme kaçınılmaz oldu. Gözlerimizi telefon ekranından, çalışırken bilgisayardan, evdeyken televizyondan yada tabletten alamadığımız bir çağda yaşıyoruz. Bu kadar teknolojiye olan bağımlılık çeşitli psikolojik ve fiziksel hastalıklara da sebep oluyor. Kişinin dijital ortamlara maruz kalarak beynin alabileceğinden fazla bilgiye maruz kalmasıyla bilgilerin birikmesi ve beynin işlevsiz kalmasına dijital obezite deniyor. Bu durum, dikkat dağınıklığı, odaklanma problemi, asosyalleşme, sürekli telaş, sorumlulukları başkalarına yükleme ve anksiyeteye sebep oluyor. 

Sizde de benzer belirtiler var ise dijital detoks yapmanızı öneririm. Dijital detoks, bir kişinin akıllı telefonlar, bilgisayarlar, tabletler ve sosyal medya siteleri gibi teknolojik aracıları kullanmaktan kaçındığı bir süreyi ifade eder. Eğer ki;

  • Telefonu bulamadığında stres yapıp her yeri arıyorsanız,
  • Birkaç dakikada bir telefonu kontrol ediyorsanız,
  • Sürekli e-postalarınıza bakıyorsanız,
  • Sosyal medyada vakit geçirdikten sonra depresif, kaygılı ve kızgın hissediyorsanız,
  • Yaptığınız paylaşımlara beğeni gelip gelmediğini veya sayısının artıp artmadığını kontrol ediyorsanız,
  • Telefona veya televizyona bakmadığınızda bir şeyler kaçırıyormuşsunuz hissiyatınız varsa,
  • Oyun oynamak için geç yatıp, erken kalkıyorsanız,
  • Telefona bakmadan başka bir şeye konsantre olamıyorsanız,

dijital detoksa ihtiyacınız var demektir. Peki dijital detoksu nasıl yapmamız gerekiyor diye kendi kendinize sorduğunuzu duyar gibiyim. Öncelikle ne kadar sürede detoksu yapacağınızı belirlemenizi gerekiyor. Kendiniz için belli bir zaman dilimi koyarsanız daha iyi ilerleme kaydedebilirsiniz. Mesela, hafta sonu ya da 3 gün gibi bir süre belirleyip uyguladığınızda, zaman aralığını ve sıklığını ihtiyacınız dahilinde planlamanız daha kolay olabilir.

Gün içerisinde neler yapacağınıza dair planlarınızı bir deftere not alın. Böylelikle ilk adım olarak telefonunuzun not bölümünü kullanmamış olacaksınız. Kullandığınız elektronik cihazlarınızın listesini çıkarıp, dijital detoks sırasında hangilerini kapatacağınıza yada ne amaçlı ne kadar süre kullanacağınızı belirleyebilirsiniz. Saate telefonunuzdan değil (akıllı saatinizi de hayatınızdan bir süre uzaklaştırsanız iyi olabilir) kolunuzdaki saatten bakabilirsiniz.

Keyif aldığınız aktiviteleri yine bir kağıt kalem yardımıyla listeleyip, aksiyona geçebilirsiniz. Bunlar; doğa yürüyüşü, resim yapmak, kitap okumak olabilir. Sevdiğiniz kişileri arayıp yüz yüze görüşün ve birlikteyken özellikle telefonlarınızla ilgilenmekten kaçının. 

Telefonunuzdaki uygulamaların bildirimleri kapatın ve hatta kullanmadığınız uygulamaları silin. Böylelikle sürekli gelen uyarıları görmemiş olursunuz. Alarm kullanmak için telefonunuzu değil, çalar saatinizi kullanın. Teknolojik aletlerinizi yatak odanızdan uzak tutun böylelikle uyurken ve uyanınca telefonunuza bakmamış olursunuz. Yukarıda saydığım tüm yöntemlerle uyku kalitenizi arttırıp zihninizi boşaltmak içinde meditasyon yaparsanız dijital detoksun keyfine varabilirsiniz, benden söylemesi 🙂

Gavur Mahallesi

Hatırlarsanız daha önce Ahmet Güneştekin’in Hafıza Odası sergisiyle ilgili bir yazı paylaşmıştım: https://eliferbak.com/hafiza-odasi/ Hatta yazımın sonunda Güneştekin’in İzmir’de büyük ve kapsamlı bir sergi planladığından bahsetmiştim. İşte o sergi 3 Kasım’da sanatseverlerle buluştu. Şimdi size farkındalık yaratan serginin detaylarından bahsetmek istiyorum. 

İzmir Kültürpark’ta sergilenen “Gavur Mahallesi” sergisinin ana teması mübadeledir. Birçok başlık altında eserler kümelenmiş ve sergi alanına yerleştirilmiştir. Girişte  “Göç Yolu” ziyaretçileri karşılıyor. İçeride ve dışarıda olmak üzere yaklaşık 20 kocaman mermer bloklarının arasında bavullar bulunuyor. Ağır mermerlerin arasına sıkışmış bavullar; uzun süren yolculukları, zorlukları, zorunlu göçleri ve hayal kırıklıklarını simgeliyor.

Konstantinopolis’in doğuşunu, tarihi dokusunu, farklı dinleri içerisinde barındırmasını ve zaman ile İstanbul’a dönüşünü anlatan “Konstantiniyye Serisi”ni benim kadar sizin de beğeneceğinizden şüphem yok. Farklı ebatlarda, farklı renklerde bir güneş küresinin dünyanın etrafında seyrini sürdürdüğü bir büyüteçten bahsediyorum. Seride kendi resminizi görmeniz ve eserleri yorumlarken bol bol düşüncelere dalmanız olasılıklar dahilinde…

“Yoktunuz” adı altında sandalye, masa, tabak, çanak ve tüp gibi ne ararsan bulabileceğiniz bir duvar sizi karşılayacak. Başlığın tam tersine bu nesnelerin kendilerine özgü bir yaşam sürdürdükleri betimlenir. Biz bu şeyleri önemsiz olarak görüyoruz lakin o nesneler zamanla ve mekanla bütünleştiği zaman birçok anlam ve hayatın gerçeklerini ortaya çıkarır. 

“Gavur Mahallesi”ne girdiğiniz andan itibaren sürekli bir kedi miyavlaması duyacaksınız. Bir yavru kedinin sesine doğru ilerlediğinizde “Karayazı” adında kocaman bir kayık ile karşılaşacaksınız. Kayığın içinde üst üste konulmuş bavullar, sandıklar bulunuyor. “Mübadelenin Kayığı” olan bu eser, göçmenlerin, evinden barkından olanların trajedisini anlatıyor.

Yağlı boya ile yapılan birçok mitolojik geometrilerin kullanıldığı çalışmalar büyüleyiciydi. Mitosların yani çok tanrılı dönemde gerçeklikten yola çıkarak ortaya çıkan olaylar ve efsanelere Ahmet Güneştekin inanıyor ve eserlerinde yer veriyor. Eski Zaman Rüyası, Mavilikte Buluşma, Dafne’nin Cenneti, Zaman Takipçisi bunlardan birkaç tanesidir.

“İnsan Uçup Giden Bir Kuş Değildir” eseri, bir Cumartesi Annesi’nin kayıp oğlu için söylediği sözlerden ilham alınarak ortaya çıkmıştır. 400’den fazla eşarplı kurukafa, yargısız infazla öldürülen, cezaevlerinde katledilen, bazılarının sebepleri bile bilmediğimiz hayattan koparılan canları simgelemektedir. Kurukafaların altında kaybedilen isimler yer almaktadır.

“Kayıp Alfabe”, “İnsan Kayıp Bir Kuş Değildir” çalışmasıyla ilişkili olan tabela ve levhalardan oluşan insanın boğazını düğümleyen başka bir eserdir. Birbirinin üstüne altına yerleşen tabelalarda yer yön işaretleri bulunmakta olup kayıplardan oluşan isimlere vurguda bulunulmuştur.

Sergide konusuyla, sergilenmesiyle ve bıraktığı hisler ile beni en çok etkileyen eserler “İnsan Kayıp Bir Kuş Değildir” ve “Kayıp Alfabe” idi. 2019 yılında Ahmet Güneştekin’in Pilevneli’deki sergisinde Hafıza Tepesi çok hoşuma gitmişti. Yaşanan acıları, can yakan olayları özgürce ve kendine münhasır bir anlatım biçimiyle sergileyen Ahmet Güneştekin’i en içten dileklerimle kutluyorum.  “Gavur Mahallesi” 5 Mart 2023 tarihine kadar İzmir Kültürpark Atlas Pavyon’da ücretsiz olarak sergilenecek. Şimdiden iyi eğlenceler…

6 Yaş

Gündemi sarsan bir haberle haftaya merhaba dedik. Timur Soykan’ın yaptığı bir haber hepimizin boğazını düğümledi ve bu kadar da olmaz artık dedirtti. Olay 2004 yılında yaşanıyor. Yusuf Ziya Gümüşel, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu. Kızını 6 yaşında iken, 29 yaşında olan bir müridi ile imam nikahıyla evlendirmiş. Anne ve baba olarak gönülleri ferah, içlerini sinerek bebekleriyle oynayacak yaşta olan çocuklarını kendisinden 23 yaş büyük bir adamla yaşamasını normal bulmuşlar ki babası nikahını kıymış.

6 yaşında gelinlik giydirilen çocuğun hikayesini iddianameye göre sizlere anlatmak istiyorum. 6 yaşında imam nikahı kıyılıyor, 13 yaşında nişan yapılıyor. Nişanlıyken çocuk, annesiyle birlikte doktora gidiyor ve doktor muayene ederken kız çocuğunun cinsel istismara uğradığını tespit edip savcılığa başvuruyor. Savcılık, doktordan kemik yaşı testi istiyor fakat 13 yaşındaki çocuğumuzun yaşı kemik yaşı testinde ne hikmettir ki 21 çıkıyor. Çocuğun kocasının bir mürid ile konuşurken, polis ve savcıda nasılda yedi şeklindeki konuşarak başka bir kadını teste sokulduğunu kanıtlar şekilde iddianamede yer verildiği belirtiliyor. 

Bu kız çocuğu okula gönderilmemiş ve karanlığa hapsedilmiş. 14 yaşına gelince kız çocuğuna düğün yapıyorlar. Bu arada yani 29 yaşındaki kocanın 6 yaşında çocukla evlenmekten, boy boy fotoğraflar çekilmekten anlıyoruz ki hiç bir itirazı yok ve gayet de mutlu. 29 yaşındaki koca, durumu normalleştirmek için 6-7 yaşındayken kız çocuğuna bunun bir oyun olduğunu söylüyormuş!

Şimdi gelelim bu olayı bizim nasıl öğrendiğimize. Üzerinden seneler geçmiş ve 6 yaşında evlendirilen kız çocuğu bunca sene kanıt toplamış. Boşanmış ve daha sonra suç duyurusunda bulunmuş. Suç duyurusunda bulunduğunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı harekete geçmiş ve çocuğa sahip çıkmış. Hatta mesleki eğitimler ve ingilizce öğrenmesi için dersler aldığı belirtiliyor. Bu arada başından bunca olay geçen kız çocuğunun bir erkek evladının bulunduğu, şu anda farklı bir ilde koruma altında yaşadığı edindiğim bilgiler arasında. 

Bu olayda bahsi geçen durum; çocuk istismarı, sapkınlık, ileri seviyede tarikatlarin ataerkil üstünlüğüdür. Türkiye’de birçok vakıf ve cemaat var. Tabi ki hepsini aynı kefeye koymak doğru değil ama bu geçmiştende bilinir ki dini kullanarak insanların özgürlüğünü kısıtlamak bağnazlıktır. Belgelerle konuşulan çocuk istismarına odaklanmamız gerekirken, haberi yapan Timur Soykan için başlatılan karalama kampanyaları bile zihniyetin ne kadar kötü olduğunun bir göstergesidir.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş kendi alanı dışında birçok konu hakkında yorum yapmaktan çekinmeyen biridir. Çocuğun nitelikli istismarı ortadayken ve konu Erbaş’ı yakından ilgilendirirken açıklama yapmaması dikkatimden kaçmadı. Son dakika haberi gibi olacak belki ama sosyal medyada tepki gören Diyanet’ten sonunda açıklama geldi ve “İslam’a göre, bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz” denildi. 

Ben şunu merak ediyorum, yetkililerin tepki vermesi için daha kaç vaka yaşanmalı? Bu konuyu görmezden gelemezsiniz, susamazsınız. Eğer ki bunları yapıyorsanız sizde suça eşlik ediyorsunuz demektir. “Küçüğün rızası var”, “bir kereden bir şey olmaz” diye yapılan açıklamaları asla kabul etmiyorum! Bu düşüncede olanlar çocuk istismarını meşrulaştırmıştır ve onlarda yargılanmalıdır.

İslami Dayanışma Oyunları

Geçenlerde kanallarda ne var ne yok diye gezinirken dikkatimi çeken bir program oldu. O da Konya’da düzenlenen İslami Dayanışma Oyunları. Bu sene beşincisi Konya’da düzenlenen  İslami Dayanışma Oyunları 9-18 Ağustos tarihleri arasında yapılmakta olup Türkiye’nin de dahil olduğu 56 ülkeden 2.000’den fazla sporcunun yarıştığını biliyor muydunuz? İslami Dayanışma Oyunları’nda atıcılık, atletizm, basketbol, futbol, güreş, voleybol gibi birçok spor dalı bulunuyor.

Bugün İslami Dayanışma Oyunları’nı kaleme almamdaki sebep yaşanan sansasyonel olaylar. Okuduğum ve gözlemlediğim bazı skandalları sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesela, atletizm pistinde yaşanan teknik sorunlardan dolayı World Athletics delegeleri oyunları iptal etti. Minder, kronometre, kablo gibi sporda kullanılan standart ekipmanların uluslararası yarışma standartlarına uygun olmadığı belirlendi. Olaylar bununla kalmadı, tartan pist beton üzerine yapılması gerekirken kum üzerine inşa edildiği için çöktü.  Hatta engelli koşuda yarışan atletimiz Mikdat Sevler engele takılıp düşünce parkurun kum olduğu kameraların gözünden kaçmadı. Tartan pistin altından kum çıkınca yapıştırıcıyla tamir edilmesi trajikomik olarak akıllara kazındı.

Organizasyonun neresinden tutarsanız elinde kalma durumuna bir kaç tane daha örnek vermek istiyorum. Şöyle ki Konya Büyükşehir Belediyesi Stadı’nın zemini, açılış töreninde bozuldu ve aynı stadda yapılacak Konyaspor -Başakşehir maçı Eskişehir’e alındı. Türk erkek voleybol maçında “Filenin Sultanları” marşı çalındı. Ulaşım aracı yetmezliğinden kaynaklı bazı sporcular otellerine dönemedi. Bisiklet yarışının madalya töreninde ses sistemi arızalandı ve el megafonuyla anonslar yapıldı. Güreş müsabakalarını izlemek isteyen seyirciler salona alınmadı. Tesis müdürünün kendi kendine bu kararı aldığı ortaya çıktı. İslami Dayanışma Oyunları’nı bazı uluslararası federasyonlar tanımadığı için hakemler oyunları kokartsız yönetti. Koşu yarışı başlamadan önce bir sporcunun istavroz (hac işareti) çıkarması gündeme oturdu. Organizasyonun adı İslami Dayanışma Oyunları olduğu için bu hareket dikkat çekti. Ekranlara yansıyan Türkiye-Katar maçında libero oyuncusu Saad Sulaiman’nın kafa kesme hareketi ise hepimizi şok etti.

Yukarıda bahsetmiş olduğum olaylara baktığımda, yapılan organizasyonu ciddiye almadığımızı görüyorum. Uluslararası standartlarda olması gereken organizasyonun neden bu kadar sallapati yapıldığını aklım almıyor. Bunca vakadan sonra Türkiye’de organizasyon yapmadan önce umarım bir kez daha düşünürler…

Temmuz’da İki Hafta

Yaz geldiğinde herkesin aklında tek bir şey oluyor, o da tatil. Yoğun iş temposundan biraz sıyrılmak adına, kendime 2 haftalık güzel bir tatil planı hazırladım. Temmuzun ortasında çıktığım tatilin ilk haftasını kız kıza, ikinci haftasını ise aile ve arkadaşlarla geçirdim.

İzmir’den başlayan tatilin ilk durağı Akyaka idi. 2 gece modern döşenmiş ve bahçeli bir pansiyonda konakladık. Akyaka’nın doğası çok ilginç, dağların arasında buz gibi “Kadın Azmağı” adı verilen su kaynağının ortasında kendinizi buluveriyorsunuz. İlk gün Maden İskelesi tarafında denize girdik. Mavi sularda yüzerken arkanızı döndüğünüzde kocaman dağlar ve yeşil bitkiler size selam veriyor adeta. Akyaka’nın ikinci günü Akçapınar tarafında kano yaptık. Bir teknenin önden gittiği ve Azmak Nehri’nde 2 saat boyunca kürek salladığımız güzel bir deneyim gerçekleştirdik. Bir noktadan sonra Azmak Nehri’ne girdiğimizde ise soğuktan nefesimin kesildiğini ve ayak bileklerimi hissetmediğimi fark ettim. Su gerçekten çok soğuk ama bir o kadar da temiz. Akyaka’da sizlere tavsiye edebileceğim 2 yer bulunuyor. Mezelerinin çok lezzetli ve hizmetini de gerçekten çok iyi bulduğum Azmak Nehri kıyısındaki Orfoz Restoran‘ı şiddetle tavsiye ediyorum. Akşamları yemekten sonra eğlenmek isterseniz, merkezde genellikle sanatçıların canlı performans sergiledikleri No 22 Riders‘a gitmenizi öneririm.

Akyaka’dan sonra Selimiye‘ye rotamızı çevirdik. Horozların olduğu ve iki gün boyunca bizi pek uyutmayan pansiyonumuza eşyalarımızı bırakıp hemen kendimizi denize attık. Deniz suyu sıcaklığı Akyaka’ya göre sıcaktı. Selimiye Marmaris’e bağlı bir mahalle. Selimiye’nin en önemli özelliği Türkiye’nin önde gelen yat limanlarından biri olmasıdır. İlk akşam rezervasyon yaptırdığımız mekanı beğenmeyip rastgele bir yere oturduk ve iyi ki de oturmuşuz. Yemekleri ve kokteylleri bizi inanılmaz mutlu eden Delice Restoran‘ın eğlencesi de mevcut. İlk akşam sesine hayran kaldığım Didem isimli bir sanatçıyı dinledik, ikinci akşam ise İlker Aydemir ve grubu sahne aldı. Bu arada ikinci akşam yemeğimizi Mangia Pasta & Pizzeria‘da yedik. Uzun zamandır bu kadar lezzetli pizza ve risotto yememiştim. O yüzden yolunuz Selimiye’den geçerse bu 2 restoranada uğramanızı öneririm.

Arabayla gideceğimiz son durak olan Kaş‘a vardığımızda hava gerçekten bunaltıcıydı. Yine her zaman ki gibi eşyalarımızı odaya koyup kendimizi kızgın kumlardan serin sulara bıraktık. Daha önce Kaş’a geldiğim için etrafı biliyordum ve o yüzden bildiğimiz ve güvendiğimiz yerleri özellikle tercih ettik. Denize girmek ve after party’ler için Derya Beach‘i tercih ederken, akşam yemeklerinde Voyn, Zaika, Sushi Kashi ve Çınarlar‘dan yana tercihlerimizi yaptık. Bir gün sabahtan çıkarak, kayalık bir ada olan ve depremden sonra su altında tarihi kalıntıları bulunan Kekova‘yı tekne ile gezme fırsatımız oldu. İtalya ile Türkiye arasında uzlaşılamayan ve 1932 yılında Türkiye’ye bırakılan Kekova’yı sizinde gezmenizi şiddetle tavsiye ederim.

Tatilimin ikinci bölümü Göcek tarafında tekne tatiliydi. Sarsala Plajı’na giderken yol boyunca dağ gölgelerinin yansıdığı kocaman bir gölü takip ettik. Adı Kocagöl ve manzarası olağanüstüydü. Tekneye dördüncü günde dahil oldum ve Sarsala Koyu’ndan beni aldıktan sonra Dış Göbün Koyu‘na doğru ilerledik. Hangi koya gitsek denizin rengi beni şaşırtıyor ve Çeşme’de deniz suyu sıcaklığının düşük olmasından dolayı bu koylarda daha uzun süreli yüzebildiğim için mutlu oluyordum. Ertesi gün Küçük Akvaryum Koyu‘na geçtik ve orada paddling yaptım . İlk defa yapmama rağmen çok keyifli ve eğlenceliydi. Teknenin altıncı günü Hillside Beach Club‘un bulunduğu Kalemye Koyu‘na geçiş yaptık. Bol bol yüzdükten sonra akşamına Turunç Pınar Koyu’ndaki Yazz Collective‘de hem yemek yedik hem de lezzetli kokteylleri denedik. 

Son gün ise, öncelikle Tavşan Adası daha sonra Çığlık Koyu‘nda tekneyi demirledik. Sanırım en çok beğendiğim ve oradan gitmek istemediğim koy burasıydı. Taşlar siyah, koy sessiz sakin, arabayla gelinebilecek yolu mevcut ama ona rağmen keşfedilmemiş bir koydu. Tekne tatilinin en güzel yanı her daim lezzetli yiyeceklerin olması, saat kaç olursa olsun içkinle takılabildiğin, bir suya girip sonra tekrar devam edebildiğin bir hayat. Tekne tatiline, kafa dengi arkadaşlarla çıktığın zaman asla sıkılmazsın, zaman çok güzel geçer, keyifli vakit geçirirsin. Tek dikkat edilmesi gereken şey bence, bu kadar güzel yemeğin, tatlının ve bol içkinin olduğu yerde +3, 5 kilo ile dönmek istemiyorsanız mutlaka bol bol yüzmeniz lazım, yoksa cidden döndüğünüzde aynalara küsersiniz 🙂

İki haftalık dolu dolu geçirdiğim tatilimi kısaca sizlerle paylaşmak istedim. Bahsettiğim mekanlara gitme fırsatınız olursa sizin de keyif alacağınızı umuyorum, şimdiden iyi tatiller…