Blog

Shirley Valentine

Dün akşam uzun bir aradan sonra tiyatroya gittim. Özlemişim seyirciyle birlikte oturup izlerken düşünmeyi, gülmeyi ve eğlenmeyi. Willy Russell’in Shirley Valentine isimli oyununu Sumru Yavrucuk tek başına oynuyor. Türkçe’ye “Shirley” adıyla uyarlanan tiyatro oyunu müzikli bir komedi. 

Londra’da yaşayan 2 çocuk annesi olan Shirley eşiyle de pek mutlu bir hayat yaşamamaktadır. Kendini ihmal eden, keşfedemeyen ve mutluluğu evliliğinden önce yaşayan bir kadının hikayesi. Yoldaşı ve sırdaşı olan bir şey var o da duvar. Evin duvarlarıyla konuşuyor ve içini duvara döküyor. Bir gün yakın arkadaşı olan Jane, Shirley ile bir tatil ayarlıyor ve Shirley’in hayatı değişiyor. Büyük bir dönüşüm yaşayan Shirley, tatilde yeniden doğmuş bir kadın olarak bundan sonraki hayatına devam ediyor.

Kadınların yaşadıkları zorlukları, hüzünleri, boş vermişlikleri ve çektikleri cefaları anlatan bu oyun, Sumru Yavrucuk’un müthiş oyuncuğuyla seyirciyle buluşuyor. Verilen mesajlar aslında çok net; sen değişmek istersen kimse buna engel olamaz. Yeter ki cesaretli ol ve harekete geç. Oyunun sonunda Sumru Yavrucuk’un İstanbul Sözleşmesi Yaşatır pankartıyla seyirciyi selamlaması ise çok anlamlıydı. Bütün oyun boyunca güzel sesiyle Sumru Yavrucuk’a eşlik eden Selmin Artemiz’den bahsetmeden edemeyeceğim. Şarkıların sözleri oyuna uyarlanmış olup kadife sesiyle hepimizi kendisine hayran bıraktı.

Tek kişilik oyunlar çok zordur. Burada oyuncunun kabiliyeti ortaya çıkar. 61 yaşında olan Sumru Yavrucuk, enerjisiyle ve harika oyunculuğuyla bizleri mest etti. Oyuncu bir röportajında, sanatçının risk alıp kolaya kaçmaması gerekiyor diyor. Oynadığı rollerin sonuna kadar hakkını veren bir tiyatrocu olarak söylediği sözlerinde arkasını dolduruyor.

Bu arada ben aslında Shirley’i 2. kez izlemişim. Yıllar önce Bursa’da bu oyunu izlediğimi yakın arkadaşım bana hatırlattı ve anımsayamadım 🤦🏻‍♀️ Demek ki o zaman bende yeteri kadar bir izlenim bırakmamış. Yaşadığınız şehre “Shirley” gelirse mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Kadın, erkek fark etmeksizin kendinizden izler bulacaksınız eminim. Şimdiden iyi seyirler!

Parasosyal Etkileşimde Misin?

Pandemiyle birlikte hayatımıza giren kavramlar çoğaldı. Bunlardan bir tanesi de parasosyal etkileşim. Çoğumuz ismini bilmeden bu iletişim türünün içerisinde yaşıyoruz muhtemelen. Çok uzatmadan sizlere  parasosyal etkileşimin ne olduğunu açıklayayım. İzleyicilerin medya karakterleriyle kurdukları tek yönlü iletişime parasosyal etkileşim deniyor. Bu ilişki çeşidi en çok sevilen dizi, film karakterleriyle ya da fenomen kişilerle gerçekleşiyor. Seyirci ve izleyiciler aslında sevmedikleri yada nötr hissettikleri karakterle de parasosyal ilişkiye girebiliyorlar, özellikle de sosyal medya aracılığıyla.

Teknolojinin hızla gelişimi, dünyanın neresinde olursa olsun beğendiğimiz yada beğenmediğimiz kişilere bir tık sayesinde ulaşmamıza sebep oluyor. İzlediğimiz film ve dizilerdeki en etkili unsur karakterlerdir. Dolayısıyla gözlerimizi ayırmadan izlediğimiz kişilerle ister istemez bir yakınlık kurabiliyoruz. Bazısını yakın arkadaşımız gibi belliyoruz, bazılarıyla empati kurup başına gelen olaylar için üzülüyoruz bazısıyla da karakterin ölümü oluyorsa içimizi bir hüzün kaplıyor sanki kendi akrabamızı kaybetmişçesine… Zamanla kurulan bu yakın bağ duygusal etkileşimi arttırıyor. Karakterin birden bire, hayatına bir yol gösteren izlenimine kapılmak insanların kişisel kararlarına kadar etkili olabiliyor.

Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre, katılımcıların %35’i takip ettikleri fenomenlerle arkadaş olabileceklerine inanıyor ve %31’i fenomenlere direkt mesaj gönderiyor. Bu oranlar her geçen gün artacaktır çünkü artık herkes sosyal medya üzerinden birbiriyle iletişime geçebiliyor ve buradan bir gelir sağlayabiliyor. Dolayısıyla tanınmış kişilerin sosyal mecralar ekmek kapısı olduğunu düşündüğümüzde onu takip eden kişilerle etkileşime geçmesi çok normal. Parasosyal etkileşim o yüzden aslında anlaşılabilir ve gündelik hayatta hepimizin etkilendiği bir bağ aslında.

Parasosyal etkileşimi kafanızda canlandırabilmek adına sizlere birkaç örnek vermek istiyorum. Türk dizilerinde herkesin izlemese bile kulak aşinası olan Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Hürrem karakterinin bakır saçları birçok kadın için ilham olmuştur. Hürrem bakırına boyatmak isteyen ve boyatanda çok kişi ben bile tanıyorum 😊 Yabancı dizilerden La Casa de Papel‘de profesör karakteri çok beğenildi. Tüm dünyada profesör gibi gözlük takmak isteyen yada onun gibi davranışlarda bulunan kişilerin sayısı diziden sonra arttı. Çocukları etkileyen Pokemon karakteri vardı hatırlarsanız bir zamanlar hatta Pokemon gibi uçmak isteyen bir çocuğun 7.kattan düştüğünü anımsıyorum 🤦🏻‍♀️

Bu yazıyı okuduktan sonra belki sizde hangi karakterlerle kendinizi parasosyal etkileşimde olduğunuzu düşünme fırsatı bulabilirsiniz, şimdiden kolay gelsin 😄

Rüyalar Konuşur

Bilinçaltımızın açığa vurulumu rüyalarımızda saklıdır. Psikoloji ve psikiyatrinin en önemli çalışmalarından biri olan rüyaları hafife almamalıyız. 

Rüyalarımın genellikle benimle konuştuğunu yakınımdaki kişiler bilir. O yüzden gördüğüm rüyaları yazmayı ve ilgili kişilerle paylaşmayı tercih ederim. Geçen sene doğum haritama baktırdığım zaman rüyalarımdan haber aldığım gerçeğiyle yüzleşmiştim. Bu zamana kadar her gördüğüm daha doğrusu hatırladığım rüyaların anlamları üzerine fazla vakit harcamıyordum. Ve fark ettim ki ben kolektif bilinçaltı ile ilgili ciddi bir tecrübeye sahibim. İnsan bilincinin kolektif bir hafızası var ve hepimiz bu kolektif bilinçten besleniyoruz.

Kolektif bilinçaltında imgeler, semboller, şekiller ve diller mevcut. Hafızada oluşan bu durumların bir açıklaması, bir anlamı bulunuyor. Dolayısıyla rüyalarda gördüğünüz şeyleri doğru yorumlamak hayatınıza rehber olabilir. Carl Gustov Jung, kolektif bilinçdışı insan veya hayvan hafızasında kayıtlı ve yaşadığı kültüre dayalı her türlü imge, sembol, dil ve diğer tecrübeleri kapsadığını söylüyor. Bu arada Kolektif bilinçdışı kavramını literatüre sokan kişi Carl Gustov Jung’dır.

Ben rüyalarımı hatırlamam demeyin. Eğer rüyalarınızı hatırlamıyorsanız, bunu istemeniz gerekli. Uykuya rüyalarımı hatırlamak üzere dalmıyorum fakat sabah uyandığımda genellikle rüyamda gördüğüm mesajları net bir şekilde yorumlayabiliyorum. Bunu nasıl yapabiliyorsun diye sorarsanız biraz zamanımı aldı. Şöyle ki, rüyalarımı yazmak beni bir sonraki seviyeye taşıdı. Gördüğüm sembolleri, isimleri ve görsellerin anlamını öğrenmek için bolca okuma yaptım. Kolektif bilinçaltında yer alan bazı semboller bana rüyalarımı yorumlamakta ve yorum kanallarımın açılmasına sebep oldu. Kendime rehberlik etmeye başladım. Bu arada bunu sadece kendime yapıyorum öyle herhangi birine rüyalarımı anlatıp yorumlatan biri değilim yada başkalarının rüyalarına yorum yapacak bir yeteneğim yok. 

Rüyaları yorumlamak bu işte ehli olan kişilere bırakılmalı. Ben “her şerde bir hayır vardır” cıyımdır. Gün içerisinde de “iyi diyelim iyi olsun” cümlesini çok kullanırım. Dolayısıyla rüyalarınızı kime yorumlattığınızda büyük önem arz ediyor. Kendi kendime rüyalarımı yorumlama ve rüyalarımdan yardım isteme özelliklerim olduğu için şanslıyım. Umarım sizde bu yazıdan sonra rüyalarınız ile aranızda farkındalığınız artmış olur 🙂

Kadınlar Cam Tavanları Kırıyor!

Hayata karışan bir kadın olmak istemez misiniz? Şahsen ben istedim ve başvurdum. Hepimiz hayata karışmıyor muyuz ne demek istiyor Elif dediğinizi duyar gibiyim o yüzden hemen konuya gireceğim.

Hayata Karışan Kadınlar Platformu ile bir kaç influencer ve dinlediğim canlı yayınlar sayesinde tanıştım. Tabi ki merak edip, hemen nasıl bir proje yürütülüyor diye araştırdım ve bu heyecanımı sizlerle paylaşmak istedim. Kadın erkek eşitliğini baz alarak kurulan bu platform, kadının iş hayatına karışmasını ve aktif bir rol almasını amaçlıyor. Geleceğin meslekleri için kadınlara eğitim vererek vizyon sahibi olmalarını ve kadınların kendi ayakları üzerinde durmalarına yardımcı oluyor.

Kadınların becerilerine ve vizyonlarına yeni bakış açıları yaratmalarına katkıda bulunuyorlar. Hayata Karışan Kadınlar Platformu, çalışan kadınların çalışan erkeklere göre daha az olmasını fırsata çevirmeyi planlıyor. Platform üyeleri cam tavan metaforundan esenlenerek kadınların, iş hayatında olması gerektiği yerlere gelmesini engelleyen, sınırlayan görünmeyen engelleri kırmalarını istiyorlar. Kadınların sürdürülebilir değer yaratması için 4 farklı eğitim programı yer alıyor. Bunlar; kültür & sanat ve eğlence, sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği, yeni iş yaşamı ve dijitalleşme ve yeni medya. Modüllere göre alınan eğitimlere katılmak için öncelikle başvuru yapmanız gerekiyor. 18 yaş üzeri tüm kadınlar başvuruda bulunabiliyor. 8 Nisan’da bitecek olan başvuru sonucu uygun görülen katılımcılarla eğitimlere başlanacak. En çok merak edilen sorulardan bir tanesi eğitimlerin ücreti. Tamamen ücretsiz bir eğitim süreci olduğuna ayrı bir parantez açmak istiyorum.

Seçilen eğitim programlarına göre branşında uzman yöneticiler, akademisyenler ve mentorlerden oluşan bir eğitim süreci başvuranları bekliyor olacak. Bu arada hem Marmara Üniversitesi’nden hem de yüksek lisansımı yaptığım Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki tez hocam Prof. Dr. Mehmet Tığlı’nın da kadroda yer alması beni ayrı bir heyecanlandırıyor. Eğitimler bittikten sonra bootcamp adı verilen katılımcıların yetkinliklerine göre 3 günlük kampta gruplar halinde proje yaratmaları istenecektir. 

Sizde #hayatakarışankadınlar olmak istiyorsanız hayatakarisankadinlar.com linkinden başvuruda bulunabilirsiniz. Gelin hep beraber #camtavanlarıkırıyoruz diyelim, ne dersiniz?

Uysallar

Bulunduğunuz şehrin reklam panolarında muhtemelen görmüşsünüzdür dizinin afişlerini. Uysallar dizisi reklamları biraz farklı, merak uyandıran ve pek de Uysal değil açıkçası. 2020 Uluslararası Emmy Ödülleri’nde Şahsiyet dizisindeki oyunculuğuyla Haluk Bilginer en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştı, hatırlarsanız. Şahsiyet’in senaryosunu Hakan Günday ve yönetmenliğini Onur Saylak yaparken başrolünde de Haluk Bilginer vardı. Şimdi ise bu ekip yine bir arada muhteşem bir Netflix dizisi çektiler.

Oyuncu kadrosunda Öner Erkan, Songül Öden, Haluk Bilginer, Uğur Yücel, İbrahim Selim ve birçok başarılı isim yer alıyor. Dizinin ilk sahnesi bir nehirle başlıyor ve son sahnesi nehirle bitiyor. Bütün bölümleri izlediğinizde başlangıç noktasıyla bitiş noktası arasındaki nehrin, dönüşümü simgelediğini sizde fark edeceksiniz. Sezon boyunca sis metaforunu bol bol duyacaksınız ve her bölümde ince ince işlenen konuların neye işaret ettiğini anlamlandıracaksınız. Tercih edilen müzikler muazzam, hepsinde gizli bir mesaj var aslında ve yalan yok punk rock tarzıda özlemişim belki de o yüzden diziyi ekstra sevmiş olabilirim 🙂

Spoiler vermemek adına dizide gözlemlediğim şeyleri üstteki paragrafta toparlamaya çalıştım. Birazda fragmanda gördüğünüz aslında hikayenin altında yatanları sizlere detaylandırmak istiyorum. Dizinin konusu insan ilişkileri, toplumsal sorunlar ve siyasal iklimi içinde barındırıyor. Orta sınıf gelirli bir ailenin bir arada olamaması, hem aile içinde, hem arkadaş ortamında hem de çalışma ortamındaki karakterlerin maske takıp oynamasına şahit oluyoruz. İnsanoğlunun aileden miras kalan davranışlarla yaşamaya alıştığı ve nasıl kendisini türlü türlü bahanelere inandırıp karşı tarafı manipüle ettiğine o kadar güzel değinilmiş ki, ben dizi bittikten sonra bunu fark edebildim. 

Öner Erkan sabahları mimar akşamları da Kaos Sevdalısı bir punkçıyı canlandırırken kendi içindeki çatışmayı bizlere hissettiriyor. Songül Öden, güzellik takıntısından dolayı yüzüne yaptırdığı müdahaleyle ve bu zamana kadar iş hayatında olamadığı yılların acısını çıkarırken kendimizi sorgulamamıza neden oluyor. Bu çiftin 2 çocuğu var. Umut Yeşildağ yani dizideki Ege, ne istediğini bilmeyen, bu yüzden de her şeye karşı çıkan ve maalesef ailesinin ona öğretikleri yüzünden de psikolojik sorunlar yaşayan bir genci çok başarılı oynamış. Diğer çocukları Ece (Nilay Yeral) dizideki en küçük ama en aklı başında karakteri canlandırırken kendisine hayran kaldığımı söyleyebilirim. İbrahim Selim’in oynadığı Mert karakteri ise dizinin başında bir tweet attığı için paranoyaklaşan davranışlarını dizinin sonuna kadar devam ettirmesi bana ayrı bir keyif verdiğini söylemeden edemeyeceğim 🙂

Üstadlara gelecek olursak Haluk Bilginer ve Uğur Yücel yan karakterdeler. Ama tabi ki diziye yön veren diktatör tavırlar, sınıfsal farklılıklar, aile içi sorunların hiçbir şekilde konuşulmadığı konuları ince ince işliyorlar. Senaryonun içeriği, sanat yönetimi, çekimler, oyunculuklar gerçekten takdire şayan. 2018 yılında Şahsiyet’i izlediğimde aldığım keyfi Uysallar’da da aldım açıkçası. Bu arada unutmadan söyleyeyim dizide Moloz rolünü oynayan Durukan Ordu nehirle başlayıp nehirle biten Uysallar dizisinin en koca yüreklisini canlandırıyor, benden söylemesi…

Dünya Su Günü

Bugün tüm canlılar için önemli bir gün, dünya su günü! Biliyorsunuz ki, su varsa hayat var. Su yaşamımızın vazgeçilmezi, en değerli kaynağımız. İklim değişikliği, artan nüfus, hava kirliliği ve kentleşme gibi birçok unsurun bir araya gelmesiyle suyun sürdürülebilir hale gelmesi riske girdi.

Yaşanılan ekonomik ve toplumsal sorunlar suyun hayatımızdaki yerinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Türkiye maalesef kuraklık öncesi evrede ve su kriziyle karşı karşıya. 21’inci yüzyılın en büyük sorunlarından bir tanesi olan su kıtlığı gelecekteki savaşların su yüzünden çıkabileceğini bazı araştırmalar oraya koymuş durumda. 

Daha yeşil ve daha temiz bir dünya için su kaynaklarının dikkatli kullanılması gerekmektedir. Dünyada 2 milyondan fazla insanın temiz suya erişemediği söyleniyor. Bu yüzden yüzlerce çocuk hijyen olmayan sulardan kaynaklı hayatını kaybediyor. Araştırmalara göre 2040 yılında yaklaşık 600 milyon çocuk su kaynakları sınırlı olan bölgelerde yaşayacak. Bunun bilinciyle geleceğimize iyi bakmamız gerekmektedir.

Ürettiğimiz, yediğimiz ve barındığımız her yerde suyun etkisi vardır. Güvenli ve sürdürülebilir su kaynaklarına sahip çıkmak gelecekteki nesillere aktaracağımız sağlıklı yaşamlara neden olacaktır. Bilim insanları artan sıcaklıklar, değişen iklimler yüzünden Türkiye’de su kaynaklarının stres altına girdiğini ve su güvenliğinin kritik seviyelere geldiğini açıkladı. Pandemiyle birlikte, insanların daha az dışarıya çıkması hava kirliliğini bir nebze olsun azalttı fakat yeşil dönüşüm projeleriyle bunun devamlılığının sağlanması gerekmektedir. İklim krizinden sonra hazırlanan “Avrupa Yeşil Mutabakatı” küresel iklim krizi ile mücadele ve su güvenliği için yapılması gerekenleri içerisinde barındırıyor.

Boşa akan her damla gelecek nesillerden çalınıyor. Sebze ve meyveleri akan suda yıkamayarak, bulaşık makinası tamamen dolmadan çalıştırmayarak ve dişlerimizi fırçalarken suyu kapatarak bireysel olarak su kaynaklarımızı koruyabiliriz. Unutmayın ki sadece insanlar için değil doğada yaşayan her canlı için su bir yaşam kaynağıdır. Hepinizi bilinçli su tüketimine ve su kaynaklarımızı korumaya davet ediyorum. 22 Mart Dünya Su Günü kutlu olsun.

Bergen

İzlenme rekorları kıran Bergen filmini izlemek için hafta sonu sinemaya gittim. Film başlamadan önce resim ve video çekimlerinin suç olduğuyla ilgili yapılan uyarı oldukça yerindeydi. Asıl adı Belgin olan, Belgin Sarılmışer karakterini oynayan Farah Zeynep Abdullah’ın oyunculuğu takdire şayandı. Yine bir dönem filmi olan “Unutursam Fısılda” da Farah şarkı söylüyordu hatırlarsanız. Orada izlediğim oyunculuğundan dolayı bu rolün üstesinden geleceğini tahmin ediyordum. Bu filmde de Farah tüm şarkıları kendi söylemiş. Hatta ilk ve son şarkı arasındaki ses ve tecrübe farkını filmde seyircilere yansıtma fikri çok yerinde olmuş, tebrik ederim. Esas ben Erdal Beşikçioğlu’na bayıldım. Zor bir karakter ve muhteşem bir oyunculukla beni kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Kocasının kendisini aldattığını öğrendikten sonra şehri terk edecek kadar güçlü bir kadın olan Bergen’in annesi rolünü Tilbe Saran canlandırıyor. Nergis Öztürk ise Bergen’in yakın arkadaşı olan dansöz karakterini başarıyla oynamış.

“Acıların kadını” ve “arabeskin kraliçesi” kalıplara sığdırılmış bir hayatın aslında öyle olmadığını filmi izlediğinizde anlıyorsunuz. Şiddeti ajitasyon yapmadan izleyiciye aktarmak kolay bir iş değildir. Hem fiziksel hem de psikolojik şiddeti anlatırken de ince bir çizgide planlanılmış bir senaryoyu perdede görüyorsunuz. Yaşadığı olayları, hataları, gerçekleri içselleştirerek ve daha güçlenmiş bir şekilde yoluna devam eden bir kadın Bergen. Film ekibinde sosyolog, psikiyatr ve edebiyatçı gibi birçok dalda uzman kişiler film çekimine destek vermiş. Bergen’in kullandığı kıyafetler birebir dikilmiş ve bazı sahnelerde orjinal kıyafetler kullanılmış.

Dayak yedim utandım, gözümü kaybettim utandım. Ben bir tek şarkı söylerken utanmadım derken Bergen, aslında kendini en iyi ifade ettiği yerin sahne olduğunu söylüyor. Bergen’i döven, yüzüne kezzap atan ve sonunda öldüren kocası Halis Serbest’in ismi filmde hiç geçmiyor. Film bitiyor ve bazı istatistiki bilgiler verildikten sonra sadece 7 ay yatıp serbest kalan bu kişinin ismi sadece o sahnede geçiyor. 

İstanbul Sözleşme’nin önemi her yerde karşımıza çıkıyor. 1995 yılından önce kadın cinayetleri araştırılmıyor ve kayıtlara geçmiyor. 2002-2010 yılları arasında Türkiye’de 4.289 kadın, İstanbul Sözleşmesi’nden sonra 2011-2020 senelerinde ise 2.490 kadın öldürüldü. Namus temizleme adı altında işlenen kadın cinayetlerine bir dur diyeceğimize biz İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaya çalışıyoruz, gerçekten pes!

Bu arada Adana Kozan Belediye Başkanı şiddet içeriyor diye filmin gösterimini ilçede yasaklamış ve neden diye sorduklarında öyle uygun görüldü demiş. Türkiye’de 1.200 salonda vizyona giren film neden sadece Kozan ilçesinde yasaklanıyor bunu da sizin takdirinize bırakıyorum…

Dijital Flört Şiddeti III

Hepimizin elinde telefon ve başımızı kaldırmadan gördüklerimizi kaydırıyoruz. İletişiminde dijitalleştiği son zamanlarda dijital şiddetin artmasını garipsemiyorum. Herkesin başına gelen yada gelecek olan dijital şiddetle ilgili yazılar yazıp sizleri bilgilendirmek istiyorum. Dijital flört şiddetinin daha farklı ve çarpıcı tarafını bu yazımda ele aldım.

3 hafta önce Netflix’de yayımlanan The Tinder Swindler yani Tinder Avcısı’nı izledim. Tinder Avcısı, gerçek hikaye olup belgesel niteliğinde çekilen gerçek suç belgesel filmidir. Tinder, Facebook ve Instagram gibi bir uygulama. Bu uygulamanın amacı hoşunuza giden, kendinize yakın hissettiğiniz kişileri beğenmek ve sizi de beğenmesini beklemek. Eğer ki karşılıklı bir beğeni söz konusu olursa, uygulamada mesajlaşma özelliği aktif oluyor ve siz bu şekilde iletişim kurabiliyorsunuz. Tinder’ın amacı flörtleşme olsa da bu mecrayı maalesef farklı amaçlarla kullananlarda olabildiğini filmi izledikten sonra fark ettim. 

Yeni biriyle tanışırken, özellikle kendinizi beğendirmek için olduğundan daha farklı gösterme durumu söz konusu olabiliyor. Tinder Avcısı’nda bu durum oldukça anlamsız bir hal almış ve ağzı açık bırakacak seviyede. Filmin ana karakteri bir mücevher firmasının CEO’su olarak kendisini tanıtıp Tinder üzerinden kadınlarla tanışıyor ve ağına düşüyor. Nasıl düşürüyor, kadınlar hiç mi anlamıyor derseniz evet maalesef anlamıyorlar. Belgeseli izlersiniz diye çok fazla detay vermeden filmin dijital flört şiddetiyle bağlantısını ele alacağım.

Dijital ortamda biriyle tanışmak her zaman risktir. Gerçek mi söylüyor, kendi resmini mi kullanıyor yoksa başka birinin hayatını mı size anlatıyor bilemezsiniz. Konuşmaya başladıktan sonra illaki iletişimde olduğunuz kişiyi arama motorlarından bir aratırsınız. Sosyal medya uygulamaları kullanıyorsa o sayfalara girip kişiyi incelersiniz. Eskiden olsa konuştuğunuz kişinin dijital bir izdüşümü varsa şanslısınız derdim. Filmi izledikten sonra, internet üzerinde bambaşka hayat ve yaşantıların çok kolay bir şekilde ayarlanabildiğini görünce herkese şüpheyle bakmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Konuştuğunuz kişinin size olan yaklaşımları, sizle olan paylaşımları ve dijital izdüşümü sizin için tutarlıysa yüz yüze görüşmek istersiniz ki bu en doğal hakkınız. Güzel bir yer ayarlanır, buluşma gerçekleşir, telefon üzerinden kurulan iletişim bir araya geldiğinizde de davranış ve hissiyatların aynı frekansta olduğunu fark ederseniz görüşmeye devam edersiniz. 

Gelelim belgeselin ana karakteri olan Simon Leviev’e (gerçek ismi bu bile değil). Tinder’da nasıl bir izlenim bıraktıysa beyefendi tanıştığı kadınlara da aynı şekilde davranmaya devam ediyor. Lüks otellerde yemekler, konaklamalar, özel jetlerle yurt dışı seyahatleri derken çizmiş olduğu paha biçilemez hayat tarzını tasdikliyor. Buraya kadar her şey normal ama esas hikaye bundan sonra başlıyor. Belli bir süre sonra düşmanları tarafından tehdit edildiğini, saldırıya uğradığını, ölümle burun buruna olduğunu söyleyerek konuştuğu kadınlardan para alıyor ve asla geri ödemiyor. Aklınıza yeni tanıştığı birine insan neden para yollar yada kredi çeker diye sorular gelmiş olabilir. Haklısınız, dolandırılan kadınların duygusal boşluklarını Simon o kadar iyi bir şekilde doldurmuş ki hipnotize olmuş kurbanlar Tinder Avcısı ne diyorsa onu yapmışlar. Aslında Simon tanıştığı kadınlarda ne kadar sevgi ve ilgi açlığı olduğunu fark edince dijital flört şiddetine başvuruyor. 

Bu arada profesyonelce yapılan bir kurgu söz konusu, belgeseli izleyince beni daha iyi anlayacaksınız. Simon sürekli başka kadınlarla da iletişimde olduğu için parasız kalmıyor ve dolandırdığı kadınlar üzerinden lüks hayatına devam ediyor. Bu zamana kadar dolandırıcılıktan 7,4 milyon sterlin kazandığı tahmin edilen Tinder Avcı’sının, filmin sonunda sadece uluslararası kanun kaçağı olarak tutuklanmasının sebebini de herkesin durup düşünmesi gerekiyor.

Sonuç itibariyle, her gün birçok insanla muattap oluyoruz. Özellikle dijital platformlarda tanıştığınız kişilere dikkat etmenizi öneririm. Dijital flört şiddetinin duygusal ve psikolojik boyutlarını daha önceki yazılarımda ele almıştım. Tinder Avcısı’nda ise gördüğümüz daha çok maddi olarak, karşı tarafı kandırma üzerine kurulu. Siz siz olun yeni tanıştığınız kişilere para göndermeyin, kendi adınıza kredi kartı çıkartıp onun kullanmasına izin vermeyin ve kredi çekip büyük bir borç yükü altına girmeyin, benden söylemesi…

Sinemada Renklerin Kullanımı

Bilinçaltımızda renklerin yeri oldukça fazladır ve her rengin bir enerjisi vardır. O yüzden renk konusu açılınca benim en sevdiğim renkler gözümün önüne gelir. İçim ısınır ve hafif bir tebessüm belirir dudaklarımda. 

Görsel ve işitsel iletişim araçlarından bir tanesi olan sinema, renk dilinin en iyi kullanıldığı yerdir. Sinemada her rengin kendine özgü bir anlamı vardır. Seyircinin etkisini arttırmak ve algılarını açmak için izlediğimiz filmlerde renk kullanımına önem gösterilir. Filmin konusu ve türüne göre de renk seçimi yapılır. Gelin filmlerdeki renklerin diline beraber bakalım. 

İçimizi cıvıl cıvıl yapan, enerji veren, dinamizmi arttıran kırmızı renk genellikle korku ve aşk filmlerinde kullanılır. Kırmızının dikkat çekmesi, sıcak bir renk olması, heyecanlı yapısı aşk filmlerine uygun olduğu kadar; şiddet, kan ve ölümü de çağrıştırdığı için korku filmlerinde de çok kullanılır. Kırmızı aşırılıktır dolayısıyla 2 farklı tarzdaki filmlerde de oldukça kullanılır. Amerikan Güzeli filminde kullanılan kırmızı renk aşkı simgelerken, Elm Sokağı serisinde ise korkuya işarettir.

Turuncu mutluluk veren, canlı ve dikkat çekici bir renktir. İnsanlarda toplumsallaşma duygularını ortaya çıkarır. Turuncu rengini göz kolaylıkla fark ettiği için komedi filmlerinde kullanılır. Turuncu rengi koyulaştıkça asabiyeti yansıttığı için gerilim filmlerinde de sıklıkla görebilirsiniz. Recep İvedik filmlerinde Recep karakterinin giydiği turuncu gömlek eğlencenin göstergesidir.

Gençlik, pozitiflik ve neşe kaynağıdır sarı renk. O yüzden gençlik filmlerinde karşınıza sık sık sarı rengi görebilirsiniz. Güneşin rengi olmasından kaynaklandığı için olumlu olaylara işaret eder. Fakat her renk gibi sarı rengte fazla kullanıldığında akıl, ruhu ve sinir sistemini olumsuz etkilemektedir. Ben izlemedim ama Türk yapımı olan Çılgın Dersane isimli serinin bu kategoriye girdiği söyleniyor.

Mavi sakinlik, dinginlik ve durgunluğu betimler. İnsanların bakmaktan ve olmaktan keyif aldıkları gökyüzü ve deniz renklerininde mavi olması sükuneti beraberinde getirir. Doğa filmlerinde sıkça rastladığımız mavi rengi aynı zamana buzulların yada kutupların bulunduğu bilim- kurgu filmlerinde de görebilirsiniz. Jim Carrey’nin başrolünde olan The Truman Show mavi renk kullanımına en iyi örneklerden bir tanesidir.

Yeşil doğanın ve tabiatın rengidir. Baktıkça huzur veren, iyileştirici ve şifa tarafı olan bir renktir. Yeşil sakinleştiricidir ve hastalara iyi geldiği için genellikle hastanelerde kullanılır. Sarıya kaçan bir yeşilin, zihinsel olarak cömertliği; psikolojik olarak ise ruhu sakinleştirmeyi simgelediğini biliyor muydunuz? Yeşil Amerikan filmlerinde doların rengi olduğu için parayı simgeler. Din konularını ele alan yapımlarda da yeşil ve tonları kullanılmaktadır. Kendi dilediği özgür yaşamı seçen bir karakteri konu alan Özgürlük Yolu filmi yeşil rengin kullanımına örnektir.

Mor mistik ve gizemli bir renktir. Asaleti ve ihtişamı simgeleyen mor rengini kraliyet ailelerinin bolca kullandığına şahit olmuşuzdur. Genellikle animasyon ve çizgi filmlerde gördüğümüz mor rengi kibirli karakterlerin kostümlerini renklendirmede de kullanılmaktadır. Bir Johnny Depp hayranı olarak Makas Eller tam bir mor filmi diyebilirim.

Neşe, şirinlik ve sevginin rengi pembe ile sizi tanıştırayım. Neden bazı dizilere pembe dediğimizden anlaşılacağı üzere, sabah kadın kuşaklarında da oldukça fazla pembe renk kullanılır. Türk sinemasında kullanılan “pembe panjurlu ev” repliği ise hepimizin aklına mutluluk, saadet ve aşk üçlüsünü getirir. Mesela En İyi Arkadaşım Evleniyor pespembe bir filmdir.

Kahverengi ağır ve kasvetli bir renktir. Tek başına kullanıldığında negatif bir etkisi vardır. Toprak, ağaç ve doğanın rengi olduğu için tüm Western filmlerini bu kategoriye sokabiliriz.

Siyah güç, kuvvet ve bilgeliği temsil eder. Siyah; ölüm, matem, kötülük rengi olarak bilinsede Japonya ve Uzak Doğu’da mutluluk, sevinç ve neşenin rengi siyahtır. Sinemada toplum kurallarını çiğneyen, kötü niyetli insanlar ve mafyalar tarafından tercih edilen renkler siyahtır. İkonik maskesindende anlaşılacağı üzere Çığlık siyah renk kullanımına güzel bir örnektir.

Gri, uzay, gökyüzü ve astronotlar genellikle bu tondadır. Dolayısıyla bilim-kurgu filmlerinde gri renge çok rastlanır. Interstellar’da gri renk oldukça kullanılmıştır.

Son olarak gelelim beyaza. Beyaz renk temizlik, masumiyet ve doğruluğu ifade eder. Filmlerde dürüst, istikrarlı karakterlerin çoğunu beyaz renkte giydirirler. Yaşanan aşkın saflığından tüm filmi bembeyaz gördüğümüz Titanic, sinemada renklerin efektif bir şekilde kullanıldığına en iyi örneklerden bir tanesidir.

Bu yazıdan sonra izlediğiniz  filmlerin hangi renkleri kullandığına dikkat edeceğinize şüphem yok. İyi gözlemler 🙂 

Geççek

Sanatçı ülkenin aydınlık yüzüdür. Olaylara başka pencereden bakar. Farklı bakış açılarına sahip senin benim görmediğim görmediğim fark etmediğim tarafları görür ve bunu yaptığı işlere yansıtır. Geçen ay gündemimizde Sezen Aksu varken bugün de Tarkan ile güne başladık. Hatırlarsanız bir kesim tarafından hedef gösterilen Sezen Aksu belli bir süre açıklama yapmamıştı. Suların durulmasını bekleyen Minik Serçe “Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim. Ben derken ben herkesim.” diyerek son noktayı koymuştu.

Uzun zamandır yeni şarkılarına hasret kaldığımız Megastar, dün akşam saat 21:00’de YouTube kanalında “Geççek” şarkısını yayımladı. Söz ve müziği Tarkan’a ait olan parça bir anda Türkiye’nin gündemine oturdu. Şarkı sözlerinin hikayesi pandemi ve Türkiye’nin durumuyla alakalı. Almanya’da yaşayan Tarkan, ülke sorunlarını yakından takip eden ve fikirlerini açık yürekliliğiyle dile getiren bir sanatçı. Dünya çapında yaşanan Covid-19 salgını hepimizi olduğu gibi Tarkan’ı da kaygılandırmış ve endişelendirmiş. Dolayısıyla kendi duygu ve düşüncelerini kağıda döktüğünde “Geççek” şarkısı ortaya çıkmış. 

Sosyal medyada en çok konuşulanlar ise malumunuz şarkı sözleri. Şarkıyı baştan sona dinlediğinizde daha net anlayacaksınız ki, Tarkan hepimizin derdini paylaşmış. Yaşadığımız zor zamanları söz ve müziğiyle bizlere anlatmış. Klibi ayrı bir sevdim çünkü İstanbul trafiği, korona dönemi evden çalışırken ve öğrencilerin yaşadıkları zorlukları, taksi sorunsalını güzel bir şekilde gözler önüne seriyor. 

Sanatçılar toplumla bir arada yaşar. Hissettiklerini özgürce ifade ederler. Sanatçı halkı için umuttur. Geleceğe ışıkla bakmamız için sanatçılarımızı kısıtlamamamız, yargılamamamız ve soyutlamamamız gerekir. Tarkan gerek müziğiyle gerek aile yaşantısıyla gerekse duruşuyla örnek alınan bir dünya starı. Derdimizi anlatan, ümit vaat eden şarkıları ne çok özlediğimizi hatırlattı bize “Geççek”.  Umudumuzu yitirdiğimiz son günlerde ihtiyacımız olan motivasyonu, enerjiyi ve cesareti bizlere gösterdiği için kendisine teşekkür ediyorum. Sabrın sonu selamettir ve güzel günler çok yakında. Her gün bir doz tüketmeniz için şarkının linkini buraya bırakıyorum: https://www.youtube.com/watch?v=R6gSMSYKhKU