Blog

Sexify ve Kadın Tipi Analizleri

Türkiye’nin gündemi o kadar hızlı değişiyor ki, sabah yazdığım yazıyı akşam yayımlamak istemiyorum. İktisat mezunu olarak, son zamanlarda değişmeyen ekonomi gündemimizi bıraksanız sabaha kadar konuşurum. Ama takdir edersiniz ki benimde bu konu üzerinde emek harcayacak enerjim kalmadı. Gelelim bugünkü yazıma, yine bir hafta sonu izlenen diziden sonra kafamda yanan ampullere sebep olan konulara. Havaların soğumasıyla birlikte evlere kapandık o yüzden sizlere bugün izlenebilecek bir dizi önerisiyle geldim.

Size anlatmak istediğim dizi Polonya yapımı, Sexify. Konusu birbirinden zıt 3 kız karakterin, geçerli sebeplerden dolayı üniversiteler arası düzenlenen teknoloji yarışmasına beraber katılmalarını ele alıyor. Netflix dizisi olan Sexify, adından da anlaşılacağı üzere zevkli ve eğlenceli. Spoiler vermeden ana karakter olan 3 hatunu sizlere anlatıp, kadın tipleri ve özellikleriyle birleştirdiğim makalemi sonlandıracağım. Öncelikle projenin fikir babası ve zeka küpü olan Natalia’dan sizlere bahsetmek istiyorum. Dizinin ilk sahnesinde göreceğiniz Natalia bir proje üretir ve danışmanına sunar. Profesör Natalia’nın ürettiği projeyi seksi bulmadığını ve bu yüzden yarışmayı kazanamayacağını söylemesiyle hikaye başlar. 1 sezon boyunca, Natalia’nın cinsellik konusunda gerçekten hiçbir fikri olmadığını, zeki, hırslı ve iş geliştirmeye kafası basan fakat asosyallikten beslenen bir karakter olduğunu Sexify’i izleyince göreceksiniz. 

Gelelim ikinci karakter olan Paulina’ya. Paulina, Natalia’nın en yakın arkadaşı, erkek arkadaşıyla yaşıyor ama ailesi yurtta kaldığını zannediyor. Katolik ve kendisini keşfetmeye açık biri olan Paulina’yı izlerken eğlenmeniz mümkün. Üçüncü ve en uçuk, dünya umrunda olmayan, sorumsuz, babasının parasıyla yaşayan Monika’yı, dizide projeye en büyük katkıda bulunanlardan biri olarak göreceksiniz. Bu 3 birbirinden farklı kişinin, kendi alanlarından projeye destek vererek kadın orgazmını iyileştiren bir uygulama yapacağını spoiler olarak verip konuyu hemen başka yere bağlıyorum ☺️

Sexify’i izlerken hem eğlendim hem de düşündüm açıkçası o yüzden kadın tipleri ve özelliklerini araştırıp sizlerle paylaşmak istedim. Erkeklerde olduğu gibi kadınlarda da alfa, beta, sigma, omega ve daha fazlası olarak kadın tipleri bulunuyor. Şimdi sizlere belli başlı kadın tipleri ve özelliklerinden bahsediyor olacağım. Beta kadını özelliklerinin başında duygusallık, kibarlık, yardımseverlik geliyor. Masada bir olay konuşulurken sessiz kalan ve yorum yapmayan biri varsa bilin ki o beta kadınıdır. Pasiftir sadece başına bir şey geldiğinde kendisini anlatma ihtiyacı duyar. Sexify dizisinden örnek verebileceğim bir karakter yok fakat Yaprak Dökümü’nde Bennu Yıldırımlar’ın oynadığı Fikret karakterini hatırlarsanız işte o tam bir beta kadınıdır.

Gamma kadını ne istediğini bilen, erkeklerin peşinden koşmasından keyif alan, erkeklerle oynamayı seven tiplerdir. Mutlu olmak için kimseye ihtiyacı yoktur, kendi dünyasında mutlu mesut yaşar. Sevdiği bir işi yaparken titiz ve dikkatlidir. Dizide Paulina karakteri birebir bu kadın tipine örnektir. Omega kadın tipi, çocuksu tavırların altında hayallerinin bulunduğu, içe dönük olmasına rağmen bir o kadar da zeki olduğunu vakit geçirince anlayabileceğin kadınlardır. Empati kurmayı beceremeyen, duygusallığı yüksek olduğu için takım çalışmasına çok yatkın olmayan omega kadınına örnek Sexify dizisindeki Natalia’yı verebilirim. Çılgın Bediş’i izlediyseniz Yonca Evcimik’in oynadığı karakteri hatırlayarak da omega kadınını gözünüzde canlandırabilirsiniz. 

Gelelim Sigma kadının özelliklerine. Çekici, bir o kadar da tehlikeli olan sigma kadını soğukkanlıdır. Doğal bir çekiciliği bulunmasına rağmen ilgi ve alakadan hoşlanmaz. Herkesle iletişime geçmez, istediğiyle istediği zaman konuşur. Sevdiği insan azdır lakin sevdiyse onlar için her şeyi yapabilir. Zor bir karakter olmasının yanında saplantılı bir kişiliği de vardır. Dizi de Monika karakteri tam olarak sigma kadınıdır. Bir de çoğu kişinin izlediği Game of Thrones dizisindeki Cercei Lannister karakteri bu kadın tipine en iyi örneklerdir. Walk of shame sahnesinden o kadar etkilenip 2-3 defa izlediğimi yazıyı yazarken hatırladım.

Ve bitmedi! Esas son zamanların gündeme oturan genellikle erkeklerce daha çok tercih edilen Alfa kadınına. Alfa kadınından bahsederken şunu unutmayın ki yukarıda bahsetmiş olduğum beta, gamma, omega ve sigma kadınlarının hepsi Alfa erkekleriyle birlikte olmak istiyorlar. Ama alfa erkeği de alfa kadınını tercih ediyor 🙂 Alfa kadını yanınızdaysa, bir mekana girdiğinizde herkes kafasını çevirip size bakıyorsa bilin ki size değil yanınızdaki kadının varlığına bakıyorlardır. Girdikleri ortama verdikleri enerjiyle ister istemez tüm gözleri üzerine çekerler. Kendinden emin tavırlarıyla problemleri kolayca çözebilir ve liderlik yaparak başarıya kolayca ulaşabilirler. Erkeklerin en çok birlikte olmak istedikleri kadın tipi olmakla birlikte, bazı erkeklerin ise kendisine fazla geleceğini bildiği halde neler öğrenebilirim diye alfa kadını ile iletişimi koparmazlar. Duygularını saklamayı çok iyi becerirler ve romantik ilişkilerden de haz etmezler. Çekici, zeki oldukları gibi bir o kadar da inatçıdırlar. Alfa ve sigma kadını birbirine benzer fakat zirveyi alfa kadını kimselere bırakmaz. Çok beğendiğim ve yaptığı işlerle kendisini takdir ettiğim bir alfa kadını örneğini sizlere vermek isterim: Angelina Jolie. Muhtemelen sizinde iç sesiniz şu an evet cidden ya alfa gibi kadın diyordur.

Bir Netflix dizisi ve bir çok bilgiyi harmanladığım yazımın sonuna gelirken, her kadının kendine has güzelliği vardır diyerek kimseyi de üzmek istememem :))

2021 Yılında Türkiye’de Yaşamak

Yıl sonu raporu vermenin zamanı gelmedi mi? ☺️ Şöyle en güzelinden 2021 yılının özetini sizlere yapmak istedim. Anlatacak o kadar çok şey var ki, nereden başlayacağımı bilemedim yazımı düzenlerken. 2022’yi düşününce bu sene çok kötüydü, seneye daha da kötü olacak karikatürü çık aklımdan lütfen çünkü size bu sene içindeki gözlemlerimden bahsetmek için sabırsızlanıyorum. 

Ben 2021’e gerçekten bir heyecanla başladım. Türk halkının bir noktada uyanıp; oynanan oyunların, hilelerin, yalanların, hırsızların farkına varıp dur diyeceğini düşünenlerdenim. Yavaş yavaş herkesin gözündeki perdenin kalkacağına, gerçekleri tüm çıplaklıklarıyla göreceğine inandım. Vatandaşlarımızın açlık sınırında (açlık ve yoksulluk sınırı farklı kavramlar bunu unutmayalım) yaşamaya çalışmalarının sebebinin 19 yıldır başımızdaki hükümetin olduğunu fark edeceğini biliyordum. Umutlarım 2021’in her ayında daha çok yeşerdi çünkü yaşanan felaketler artık ne zengini daha çok zengin yaptı ne de fakiri daha çok fakir. Hepimiz aslında aynı gemideyiz ve canlıyız. Bize metaymışız gibi davranan kişilere karşı ya kadın olarak ya ağaç olarak ya çocuk olarak ya hayvan olarak ya Türk Lirası olarak canımız pahasına mücadele verdiğimizi daha da kalabalıklaşarak anladık.

Ocak ayından itibaren Covid-19’un devam ettiği ve sonunda herkese yetecek kadar Biontech aşılarının hayatımıza dahil olmasıyla biraz daha nefes almaya başladık. Salgın insanlığı değil ilaç sektörünü de yoğun bakıma soktuğu bir döneme denk geldik. İlaç firmalarının dünyayı kurtarma fikri ile yola çıkıp insanları kobay olarak kullandıklarına da şahit olduk. 19 Mart gece yarısı bir anda tüm Türkiye internetsiz kaldı ve ertesi gün Resmi Gazete’de okuyarak öğrendiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve Merkez Bankası başkanın görevden alınması haberiyle elimiz ayağımızın titrediği günü hiçbirimiz unutmadık herhalde? “Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesini dünyayı eve kapatan virüs söylüyor olabilir fakat insanlık tarihinde de hiç bu kadar kaosun, belirsizliğin ve yıkımların olduğu da görülmemiştir açıkçası.

Aşıları olmaya başladıktan sonra Haziran ayının sonunda sokağa çıkma yasaklarımız bitti ve esnaf derin bir oh çekti. Restoranlar, kahve dükkanları, kısacası satış noktası olan her yer çölde susuz kalan bedevi hikayesini yaşadılar. Geleceğimiz olan çocuklarımız ve gençlerimiz gümbür gümbür gelirken biz yarınların yamalarla dolu olmayacağını göstermek için çabaladık. Gençlerde özellikle sosyal medyada sesimiz olmaya devam etti. 28 Temmuz’da başlayan ve Türkiye tarihinin en büyük yangınıyla mücadele ettik. Yangında nefes alabilen her varlık ve hatta dünya yardım çığlıklarımızı duyarken canım ülkemin başındakiler kulaklarını kapadığı için birbirimize daha da kenetlendik. Sınırların değiştiği, ülkelerin bir araya girdiği zamanlardan geçerken Ağustos ayında maksimum seviyeye gelen Afgan göçünü herkes dün gibi hatırlıyor sanırım.

Son zorlu çeyreğe girdiğimizde ise Türk Lirası’nın yine Türk tarihine bir ilke imza attığı anlara şahit olan nesiller yetiştirdik. Paramız değerini yitirmeye devam ederken, Türkiye Avrupa’nın BİM’i geyikleri de gerçekliğini korumayı sürdürdü. Pandemi ile birlikte para dünyanın her yerine kanserini bulaştırmıştı fakat ekonomisini sağlam dinamiklere bağlayan ülkeler bu durumu üretimi arttırarak, tarımı geliştirerek, teknolojiye yön vererek yollarına devam etmeyi başardılar. Biz ise her gün hangi ürüne ne kadar zam gelecek korkusuyla yaşamaya mahkum edildik. Bir değil on dokuz senenin acısını biz çeker olduk.Türkiye herkesin yaptığını yapmayan, başına buyruk ve maalesef ne idüğü belirsiz politikalarla yönetildiği için vatandaşlar olarak iktidar savaşlarının ortasında kalıverdik.

Birazda Elif’in 2021 yılından sizlere bahsetmek istiyorum. 2021 Ocak ayı itibariyle ben olumsuz şeylere reset atmaya karar verdim ve başarılı oldum. Biraz zor oldu yalan yok çünkü 15 senelik yuvamı İstanbul’u bırakıp memleketim olan İzmir’e yerleşme kararı aldım. Üniversite yıllarında başlayan ve onca sene süren kurduğum düzenimi 5 eve paylaştırdım. Mesleğimi ve kendi işimi geliştirmek ile birlikte uzun süredir var olan kurulu bir geminin dümenine geçmek beni korkutmadı dersem yalan söylemiş olurum. Ama adım atmadan ilerleyemezsin dolayısıyla hata yaparak, her şeyi kuralına göre oynayarak, doğru yolu bularak gibi çeşitli deneme yanılmalarla, risk alıp heyecanla olacakları bekleyerek hayatıma bir yol çizmeye karar verdim. Başkasının önünü aydınlatırken kendi yoluma da Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğrencilere mentorluk yaparak ışık tuttum. Daha önce hiç yapmadığım şeyler için kendimi zorlayarak sınırlarımı aştım, kalıbıma sığmayarak taştım. Çok değişkenli fonskiyonumun limitini bu sene yaptığım seçimlerle zorladım ve çok da mutluyum. İyi ki’lerimin çoğunu 2021 yılında yaşamış bile olabilirim ?

Ve gelelim hem  genel hem de özel olarak 2021 senesinin kapanış değerlendirmesine. Ben 2021 senesini geçmişle geleceğin kesiştiği ve Türkiye’nin özgürlüğüne kavuşacağı günlerin bir başlangıcı olduğunu düşünüyorum. İnsanoğlu nankördür ve her şeyi ister, talep eder olmadığı zamanda hırsından ne yapacağını şaşırır. Bu yüzden her şeyi yakıp yıkabilir. Son 20 senedir nereden nereye geldiğimizi çok net şekilde gözlemleyen bir genç olarak umudumu hep canlı tutuyorum. Bunu ister yeni jenerasyon deyin ister Türk halkının gücü deyin isterseniz de iman gücü deyin ne derseniz deyin lakin kötü günler geçiyor daha kötü günler de gelmeyecek. Biraz parti propagandası gibi oldu yazdıklarım ama emin olun içimden geleni söylüyorum bu devran değişecek ve bunu hep beraber yapacağız. O yüzden 2021 giderken çok şeyimizi götürüyor ve götürecek de. Fakat güzel günlere gebe kalarak yapacak bunu, ben buna inanıyorum. Lütfen sizde inanın ve her şeyin çok güzel olacağını önce kendiniz sonrada etrafınıza olumlu düşüncelerle yayın. İnanmak yolun yarısıysa isteyerek bunu yapmak diğer yarısı dolayısıyla 2022 gönlünüzden ve aklınızdan geçen her isteğinizin olması dileğiyle…

Uzay Artık Daha Yakın

Herkesin hayallerinin arasında uzaya gitmek vardır. Uzayda hayat var mı? Orada yaşam nasıl acaba? diye başlayan soruları kendi kendimize sormuşuzdur. 20 Temmuz 1969’da Ay’a ayak basan ilk astronot Neil Amstrong “Bu, insan için küçük; insanlık için büyük bir adım” derken uzay turizmin bu kadar büyüyebileceğini eminim tahmin etmiyordu. Bu zamana kadar 500’e kadar kişi uzaya gitme fırsatı yaşadı. İş olarak yani astronot olarak değilde uzay seyahati olarak gitmeyi düşünürseniz harcanan miktar 100 bin dolar, bilmenizi istedim. Malum Türk Lirası’nın bu kadar değer kaybettiği günlerde hayallerimiz için 100 bin dolar harcamak birazcık pahalı oluyor sanki 🙂

Madem biz gidemiyoruz o zaman Uzay ayağınıza geldi diyebileceğim bir haberim var. Dünyanın en büyük Gezici Uzay Sergisi 8 Aralık – 30 Aralık tarihlerinde İstanbul’da. Metropol İstanbul AVM’de sergilenecek NASA “Space Adventure” Uzay Sergisi 2300 m² alanda, 200’den fazla uzay ederleri yer alacak. Hupalupe Expo tarafından 4 yıl içerisinde 12 ülkede 4 milyondan fazla ziyaretçiyle buluşmuş olan Uzay Sergisi, birçok üst düzey teknolojiyi de içerisinde bulunduruyor.

Gerçek aytaşının bulunduğu, uzay roket kopyalarının, Saturn V roketinin 10 metre uzunluğundaki modeli, uzaya giderken astronotların giydiği kıyafetlerin ve kullanılan ekipmanlar ile Apollo kapsülü, Sputnik I uydusunu ve Uluslararası Uzay İstasyonu’nun modelleri ile Space X sergide yer alıyor.

Uzay mekiğini yüzeye indirebilme, çok eksenli dönüş ile uzayda meydana gelebilecek dönüşü yaşabilme, astronotların yaşadığı altı serbestlik derecesinden beşiyle mekanın sürtünmesiz ortamdaki hareketini farkedebilme, F18 pilot similatörü ile uzay yolculuğu, Mars’ta yer çekimine karşı yürüyüş, bir astronot gibi uzaydayken araçtan indiğinde “spacewalk” heyecanı, sanal gerçeklik (VR) ile Ay’ı, Mars’ı ve roket ile fırlatma deneyimi yaşayarak unutamayacağınız bir eğlence Uzay Sergisi’nde sizi bekliyor. Aldığınız pakete göre 75 TL- 240 TL arasında fiyatlar değişiklik gösteriyor.

Yapıkredi, İTÜ Eta Vakfı Doğa Koleji, Roketsan, Uzay Sistemleri T&T Lab, CarrefourSA, Digiturk, Minika, Asimetrik kurumları NASA “Space Adventure” Uzay Sergisi’ne katkıda bulunan kuruluşlardır. 2 gün sonra başlayacak olan dünyanın en büyük gezici Uzay Sergisi’ni ilginiz varsa kaçırmayın derim.

Dijital Flört Şiddeti II

Dijital flörleşme ve dijital flört şiddetiyle ilgili yazdığım yazılar en çok okunan makalelerimin başında geliyor. Buda demek oluyor ki böyle kavramlar hem ilgi çekiyor hem de dijital konular olduğundan merak uyandırıyor.

Dijital flört şiddetinin ilki olan ghosting kavramını hatırlarsanız bu yazımda ele almıştım: https://eliferbak.com/dijital-flort-siddeti-i/ Yine ilişki dinamiklerinde yeni bir kavram olan “breadcrumbing”i sizlerle tanıştırmak isterim. Ekmek kırıntısı bırakma olarak Türkçe’ye çevrilen bu terim bağlanma stillerinin bir çeşidi. Aslında kavramın esinlendiği hikaye kendi içerisinde çok mantıklı. Hansel ve Gretel’in evlerine dönüş yolunu bulmaları için kullandıkları ekmek kırıntısı yönteminden ilham alınmıştır.

Flörtleşme ilişkilerindeki breadcrumbing aslında “bir öyle bir böyle” argo olarak da “ne emmeye ne gömmeye” şeklinde açıklanabilir. İlişkinin ciddiyete bağlanmamasını isteyen ama aynı zamanda cepte kalsın durumu olarak tanımlanabilir. Son zamanlarda ilişkilerde sorumluluk arttıkça bu tarz kavramları daha sık duyuyoruz. Breadcrumbing sık sık mesajlaşma olduğu halde birlikte vakit geçirme isteklerine yanıt verilmemesidir. Adını koyamadığın, sevgili de diyemediğin bağlanma şekillerinden biridir. Sosyal medya hikayelerine ya da paylaşımlarına yorum yapılır fakat direkt iletişime geçilmemektir. Bir kere görüşülür ama daha sonra buluşmak için bir plan yapılmaz. Bir gün çok ilgilidir başka bir gün hiçbir şekilde iletişim kurulmaz. Eğlenceli gönderiler yollanıp başka bir şekilde iletişime geçilmemektir. Cinsellikten öteye ilginin gitmemesidir. İlişki konuları açıldığında karşı tarafı suçlu hissettiren ilişki türüdür.

Breadcrumbing davranışlarını gösteren kişiler ilişki kuramayan bireylerdir. Bu tarz davranışlara maruz kalan kişilerde ise kendini değersiz hissetme, kaygı seviyesinin yükselmesi, özgüven eksikliği gibi hislerin ortaya çıkması mümkündür. Ghosting ve breadcrumbing kavramları birbirine benzer aynı zamanda sıkça bireylerde birlikte görülen özelliklerdir. Sonuç itibariyle böyle şeyler yapmayın, size yaparlarsa da hızlıca o ortamı terk edin.

Omicron

2019 yılında hayatımıza giren ve yakın zamanda çıkmayı da düşünmeyen koronavirüs ile ilgili yeni gelişmeler yaşanıyor. Alfa, beta, delta varyantlarından sonra mutasyon takibini bırakmıştım. Salgının yayılım hızında azalma söz konusu olmazken, aşıyla birlikte daha az kişinin Covid-19’a yakalandığı yakalansa bile hafif bir şekilde atlattığı kanıtlanmıştır.

Son zamanlarda en çok mutasyona uğramış varyant olan Omicron varyantı gündeme geldi. Güney Afrika’da Nu varyantı olarak adlandırılan, Dünya Sağlık Örgütü’nin (DSÖ) ise Omicron dediği bu varyant endişe vermeye başladı. Omicron varyantıyla ilgili Güney Afrikalı Dr. Coetzee, “Semptomlar olağan dışı fakat hafif geçiyor.Varyant aşı olmayanları ve yaşlıları çok etkileyebilir” dedi. Şu ana kadar Omicron varyantına yakalanan hastalarda, aşırı yorgunluk ve halsizlik bulunuyor. Aşı olan kişilerinde bu varyanta yakalandıklarında tat ve koku duyularının kaybolmadığı gözlemleniyor. Omicron varyantı hastalarında bir kaç gün kas ağrısı ve yorgunluk görüldüğü ve hafif öksürük yaptığı belirtiliyor. Güney Afrika’da günlük vaka sayısı 100’lü rakamlardan 3.000’lere yaklaşmasıyla birçok ülke Afrika ülkelerine uçuşları iptal ederken, sınırlarını kapatma kararı da aldı.

İtalya’dan gelen bir açıklamaya göre, Omicron varyantının başka ülkelere yayıldığı yönünde. İtalya’da görülen ilk Omicron vakasının Mozambik’ten gelen bir kişiden kaynaklandığı duyuruldu. Uçağa binmeden önce PCR testinin negatif çıkması ve daha sonra İtalya’ya gelip iş için birçok yere gitmesinden sonra, eşinin, çocuklarının ve diğer akrabalarının Covid-19 testinin pozitif çıkması yayılımın hızlanacağının göstergesi niteliğinde. Bu arada seyahat eden yolcuların verdikleri PCR testlerinin geçerliliğini de insan sorgulamıyor değil.

Salgının etkisi piyasaları da etkiledi. Omicron varyantı hafta sonu altın fiyatlarını yükseltirken, endişe edecek bir durumun olmaması küresel altın piyasasının durulmasına neden oldu. Açıkçası domino etkisi daha ne kadar devam edecek merak ediyorum…

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı farkındalık yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etmiştir. Neden 25 Kasım diye sorarsanız, Dominik Cumhuriyeti’nde yaşanan bir olayın sebep olduğunu söyleyebilirim. 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Mirabal Kardeşler olarak bilinen Patria, Minerva ve María Teresa isimli üç kız kardeş Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı uzun süre mücadele veriyorlar. Diktöre karşı verilen mücadele ülke çapında duyuluyor ve Trujillo’nun “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” şeklinde yaptığı açıklamadan sonra üç kız kardeş ve şoförleri boğazlanarak, dövülerek öldürülüyor. Arabayı uçurumdan atarak kaza süsü vermeye çalışan hükümet, belli bir süre sonra gerçeklerin ortaya çıkmasıyla dikdatörlüğün yıkılmasına neden olan Mirabal Kardeşler dünyaya damgasını vurmuştur.

Kadına şiddet her geçen gün artıyor. Günün anlam ve önemine ilişkin bu kadarı da tesadüf olabilir mi dedirten dün Kadıköy- Tavşantepe metrosunda akşam vakti yaşanan olayı hepiniz duymuşsunuzdur. Bir kadınla tartışan erkek belinden çıkardığı bıçağı ulu orta sallayarak ve ağza alınmayacak küfürler sarf ederek dehşet saçtı. Bir yolcunun cep telefonuyla olayı çekmesiyle hem kadının üstüne yürüyen hem de ölümle tehdit eden bu kişiyi öğrenmiş olduk. Saldırganın yakalandığı ve 20 suçtan kaydı bulunduğu ortaya çıktı. Metroda bu olaya şahit olsam ve saldırgana dur demeye kalksam ülkemde ikinci bir Kadir Şeker vakasına neden olurum diye dahil olmak istemezdim. Ama sussamda içimde fırtınalar kopardı gerçekten böyle bir durumda kadın olarak napacağımı bilememek çok üzücü. Bu arada 20 suçtan kaydı bulunan psikopatı yakaladılar ama bir kaç gün içerisinde serbest bırakacaklarını hepimiz biliyoruz maalesef. 

Kadınlarımızın gündelik hayatta ve iş hayatında yaşadıkları şiddete kulak vermeliyiz. Dünyada ve Türkiye’de kadınların gücü yadsınamaz boyutta. Biz kendi benliğimizi savunurken beri yandan İstanbul Sözleşmesi, kürtaj hakkı ve istediğimiz gibi giyinme hakları konularında mücadele veriyoruz. Her sessiz kalınan şiddet bir gün sizi bulur. Sadece fiziken değil psikolojik ve sözlü olarak yapılan her türlü şiddetin karşısındayım. Günün hangi saati olursa olsun korkmadan, istediğim yere, istediğim şekilde gidebilme özgürlüğümü kullanmak istiyorum. Belli bir refah seviyesine ulaşan toplumlarda bireyler eşit hak ve özgürlüklere sahiptirler. Ötekileştirmenin olmadığı ve toplumsal cinsiyet ayrımının yapılmadığı güzel günlerin geleceğine inanıyorum…

Sabit Saat Uygulaması

Lisedeyken ilk ders zilimiz 07:30’da çalardı. Servis beni evden 06:20’de alırdı, tam hatırlamıyorum ama kahvaltıyı evde yaptığıma göre 05:45 gibi kalkıyordum. Şu an 06:25’de uyanıyorum ve o zamanki sabahlar bugünkü kadar zifiri karanlık değildi bundan eminim. 

2016 yılından bugüne çalışanlar, öğrenciler ve hayatın içindeki herkes karanlıkta uyanıyor, karanlıkta çalışıyor, karanlıkta evine dönüyor. En çok üzüldüğüm küçücük çocukların daha gözleri çapaklıyken kapkaranlık bir ortamda okula gidiyor olmaları. Simsiyah bir günde bebeler okulda oluyorlar. Peki neden?

Avrupa ülkeleri 30 ekimi 31 ekime bağlayan gece saatlerini 1 saat geriye alarak kış saat uygulamasına geçti. Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ile saat farkımız 2’ye çıkarken İngiltere ile 3 saat farkı oluştu. Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanı Fatih Dönmez, sabit saat uygulamasıyla 5 yılda 6 Milyar TL tasarruf edildiğini beyan ederken, karanlık güne başlamak için elektrik şirketlerinin kar elde etmesine ne kadar yardımcı olduğumuzu düşünen bir tek ben değilim herhalde?! Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), yaz saatinin sabit uygulandığı 2016 Kasım – 2017 Mart tarihleri arasındaki dönem verilerini bir önceki yıla göre karşılaştırdığında 7,1 Milyar kilovatsaatlik tüketimin arttığını açıkladı. Ama sonraki yıllar için nedense bir açıklama gelmedi. Zaten biz vatandaş olarak habire elektrik faturamıza yansıyan zamlardan şahlanan ekonomimize katkıda bulunuyoruz. Bu arada kalıcı yaz saati uygulaması o kadar başarılı ki AB ülkelerinin de bu uygulamaya geçmeleri yönünde tavsiye kararı aldığını Sayın Enerji Bakanımızın bugünkü yaptığı açıklamada öğrenmiş olduk.

Biyolojik ve psikolojik açıdan baktığımızda güne karanlık bir ortamda başlamak oldukça zor. Mesela melatonin hormonu karanlıkta salgılanan ve gündüz ışığında salınımı sona eren, psikolojimizi dengede tutan bir hormondur. Gece dinlenme ve tazelemeyi sağlayan bu hormonu biz uyandığımızda salgılamaya devam ederken aslında vücudumuza zıt gidiyor oluyoruz. Uyku ve uyanıklık dengesini bozarak güne başlamak dolayısıyla sağlıklı bir davranış şekli değil. Özellikle kadınlar olarak karanlıkta dışarıda olma durumu güvenlik algılarımızın düşük olduğu son günlerde, kalıcı yaz saati uygulaması ile endişe oranımızı daha da arttırıyor. Ülkemde düzgün giden şeyleri ararken, saatin bile doğruyu göstermediğini bilmek cidden üzücü…

Yeni Bir Kavram: Gig Ekonomisi

Türk Lirası’nın her geçen gün değer kaybettiği ve hepimizin ekonomist olduğu son zamanlarda gig ekonomisi kavramını bir şekilde duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Duymadıysanız da merak etmeyin, ekonomi mezunu ve gig ekonomisinden yararlanan bir birey olarak sizlere bu tanımın ne anlama geldiğini açıklayacağım.

Gig, belirli bir süre devam eden iş için kullanılan Amerikan İngilizce kökenli argo bir kelimedir. Gigekonomisi, geçici kontratlarla yapılan yani sürekliliği olmayan iş piyasasına denmektedir. Serbest ve geçici kazanç sağlanılan iş türü olarak düşünebilirsiniz. Gig ekonomisi kavramı ilk müzik endüstrisinde kullanılarak başladığı daha sonra günümüze uber sürücüsünden, e-ticarette pazar yeri olana, airbnb ev sahiplerine, gönüllerden, öğretmenlere kadar birçok alanda para kazanan kişilerin dahil olduğu ekonomi olarak girmiştir. Şu örneklemeler gig ekonomisinin aklınızda daha kolay canlanmasını sağlayabilir; mesela musluğunuz bozuldu ve evinize çağırdığınız usta bir gig ekonomi çalışanı ya da kendinizi geliştirmek için aldığınız danışmanlık hizmeti gig ekonomisine dahil olan bir paydaşdır.

McKinsey & Company’nin yaptığı bir araştırmaya göre 2018 yılında gig ekonomisi 204 Milyar $ hacme sahipmiş. Bu rakamın yarısından fazlası ulaşım temelli ihtiyaçları karşılamak adına çalışan araç kiralama, geçici şoförlük gibi mesleklerden oluşuyormuş. 2023 yılında Gig ekonomisinin yaklaşık 455 Milyar $ olacağı tahmin ediliyor demek ki 5 sene içerisinde 2 katından daha fazla bir büyüme bizleri bekliyor. Gig ekonomi içerisindeki çalışanların diğer sistem çalışanlarına göre daha mutlu ve tatminkar oldukları gözlemlendiği araştırma sonuçlarına yansıyor.

Gig ekonomisi uzun zamandır var olan ama terminoloji olarak konuşulmayan bir ekosistemdi. Pandemiyle birlikte ve dijital hayatın hızla vücudumuza kadar nüfuz etmesiyle gig ekonomisini konuşur olduk. Koronavirüsün yeni çalışma modellerinin gelişmesine sebebiyet vermesi işini patronlar gibi yapan profesyonellere yerini bıraktı ve bu iş yapış şekli geleceğin modeline alt yapı oluşturdu. Esnek ve yeniliğe açık bir model olan gig ekonomisiyle hayatını idam ettiren kişilerin dezavantajlarıda tabi ki bulunuyor. Gelir konusunda belirsizlik ve sağlık sigortası, yan hakların kendiniz tarafından yapılması durumu gig ekonomisinin yıpratıcı taraflarından. 

Günümüzde birçok şirket gig ekonomisini fırsata çevirerek firmasını büyütme yoluna gitmiştir. Gig işçilerini ekonomide gördüğümüz minimum maliyet maksimum fayda analiziyle çalıştıran firmalar, kazan kazan yöntemiyle başarı sağlamaktadırlar. Bu yüzden siz çalışan ya da iş veren olarak bu yazıyı okuduktan sonra aklınızda bir kaç ampul yanacağını düşünüyorum. Şimdiden rica ederim 🙂

Bugün Bir Daha Öldük

Bu ülkede dört şey olmayacaksın. Kadın, çocuk, sokak hayvanı ve ağaç. Çünkü bu 4 varlığı her seferinde incitiyorlar, yok ediyorlar, canına kıyıyorlar…Türkiye’de her gün en az 1 kadın katlediliyor. Bazısının ne ismini ne de yüzünü görebiliyoruz son nefesini verdikten sonra. Ama bazı kadınlarımız ise hastalıklı kişilikler tarafından canice öldürülüyor ve bu tarz haberleri alınca, benim üzülme duygum artık nefrete, kine, öfkeye yerini bırakıyor. 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre, kadın cinayetleri son on yılda üç kat artmış. En çok kadın cinayeti 2019 yılında 474 kişiyi bulurken, 2020 yılının aralık ayı hariç kadın cinayet sayısı 436’ya ulaşmış. Türkiye’de 2008 yılından itibaren kadın cinayetlerindeki rakamsal artış ciddi anlamda dikkat çekiyor ve kadınların mutluluk düzeyiyle ters orantılı ilerliyor. TÜİK raporlarına göre (ne kadar size inandırıcı gelirse artık) 2019 yılında kadınların yüzde 57’si mutlu olduğunu söylerken, 2020 yılında bu oran yüzde %53,1’e düştüğü gözlemleniyor. Peki o yıl Türkiye’de öldürülen kadınların 97’sinin eşleri tarafından, 54’ününde birlikte olduğu erkek tarafından olduğunu biliyor muydunuz? Haa bu arada yüzde 23 oranında da öldüren kişilerin tespit edilememesi de Türkiye için içler acısı!*

Ocak ayında yaşanan bir olay vardı mesela, belki sizde hatırlarsınız. OSMAN ÇURA isimli ırz düşmanı tatile gelen 17 yaşındaki öz yeğenine 2 gün boyunca tecavüz ediyor ve yetmiyor 2 ay hapiste yatıp serbest kalan zat, ailesi tarafından davul zurna ile karşılanıyor. 2019 yılında daha 20 yaşındayken Ceren Özdemir, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi 3. sınıf öğrencisiydi. Canavar hisler taşıyan ÖZGÜR ARDUÇ tarafından öldürülmüştü hatırladınız mı?  Bakın bunu kesin duymuşsunuzdur, çünkü artık böyle hayal gücünün sabrını zorlayan bir cani tarafından dün bir kadın daha katledildi. Ankara’dan İstanbul’a 1 aylığına gelen 28 yaşındaki Başak Cengiz yolda yürürken, şiddete meyilli CAN GÖKTUĞ BOZ tarafından samuray kılıcıyla katledildi. Samuray kılıcı işin içinde olunca “akli dengesi bozuk” şeklinde açıklamalar gündeme geliyor. Akli dengesi bozuk olan kişi, cinayeti işledikten sonra eve gidip samuray kılıcını güzelce temizlemez herhalde değil mi? Hiç çekinmiyorum fark ettiyseniz böyle kocaman harflerle yazıyorum katillerin ismini. Çünkü medyamız ya sansürlüyor ya da isim vermemizi istemiyor genelde! Peki gencecik mimar olan Başak’ı öldürme sebebi neymiş biliyor musunuz? “Evden çıkarken birini öldürmeyi planlamıştım. Bir erkeğe saldırsaydım bana karşı koyabilirdi. Düşündüm ki kadın direnemez o yüzden onu öldürdüm ama pişmanım” demiş. Türkiye’de kadın olmak zor ama kadın olarak ölmek çok kolay! İstanbul Sözleşmesi uygulansa her gün adını saydığımız, içimizin cız ettiği kadınlarımızı kaybetmeyeceğiz.

Yeter artık demekten usandım. Evleniyor öldürüyorsunuz, boşanıyor öldürüyorsunuz, dışarı çıkıyor öldürüyorsunuz, seviyor öldürüyorsunuz, sevmiyor öldürüyorsunuz, aşık oluyor öldürüyorsunuz, aşık oluyorsunuz ama yinede öldüyorsunuz. Rakamlarla konuşmaktan da yorulduk. Ben ülkemde kadın olmaktan korkmuyorum ve korkmayacağım da. Etrafımda bu kadar hem cinslerimin öldürülmesine de göz yummayacağım. O yüzden #istanbulsozlesmesiyasatır demeye devam edeceğim!

*https://www.veripie.com.tr/2021/03/13/kadin-cinayetleri-son-10-yilda-3-kat-artti-carpici-kadin-istatistikleri/

10 Kasım

Yarın erken kalkın a dostlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü selamlayacağız! 83 sene oldu bizi lidersiz bırakalı. Her gün iyikilerimin başındasın, sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki keşke biraz daha bizimle olsaydın.  

Fikrimin İnce Gülü, Ah Bir Ataş Ver, Elif Dedim, Beyaz Giyme gibi sevdiğin şarkıları açtım hem yazımı yazıyorum hem de seni yaşıyorum Atam. Temellerini attığın geleceğin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Bundan 9 sene önce 10 Kasım ile ilgili yazmıştım ve bakıyorum ki o günden bugüne sana olan özlemim ve minnetim gittikçe artıyor. Aklımda senin fikirlerin, gösterdiğin yollar, kalbimde sevgin her gün daha fazlalaşıyor. Sizde 2012 yılında yazdığım makaleyi okuyunca Atatürk’e ne kadar özleminizin arttığını hatırlayacaksınız: https://eliferbak.com/buyuk-milli-matemimiz/

Florya’da denizdeydi halkıyla iç içe. Kimden bahsettiğimizi biliyorsunuz değil mi? Moda’da alkışlarla karşılanmıştı. Kimden bahsettiğimizi biliyorsunuz değil mi? İstanbul Üniversitesi’nde buluşmuştu gençlerle. Kimden bahsettiğimizi biliyorsunuz değil mi? Ankara’dan İstanbul’a dönüşte önce Pendik’e uğramıştı. Kimden bahsettiğimizi biliyorsunuz değil mi? şeklinde billboardlar İstanbul’un her yerine yerleştirilmiş durumda. Özlediğimiz ve beklediğimiz lider özelliklerini o kadar güzel bahsetmişler ki, bu reklam kampanyasını sizlerle paylaşmak istedim.

Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili hep konuştuğum ve yazdığım için 10 Kasım’da çok fazla şey yazmak içimden gelmez genelde benim. Atamızı anlamak istemeyen, eleştiren, kendilerince hep bir bahane öne süren kişilere şunu söylemek istiyorum sadece. Günde 5 kez duyduğunuz ezan sesini yılda bir kez duyduğunuz siren sesine borçlu olduğunuzu unutmayın. Biz bu topraklarda bağımsız, hür, adaletli bir şekilde yaşayabiliyorsak Mustafa Kemal sayesindedir. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır derken bile bizleri, Türkiye’nin geleceğini düşünmüştür.  Her daim izindeyiz Atam, ruhun şad olsun…