Blog

Kulüp

Cuma günü Netflix’de yayınlanan Kulüp dizisinin fragmanını çoğu kişi görmüştür diye düşünüyorum. Gelir gelmez izleyenlerden biri olarak size dizinin detaylarından bahsetmek istiyorum. Sosyal konulu drama türünde olan #Kulüp dizisi öncelikle zengin bir kadroya sahip. Baş rollerinde Gökçe Bahadır, Salih Bademci, Fırat Tanış, Barış Arduç, Metin Akdülger ve Asude Kalebek bulunuyor. 1955 yılının İstanbul’unda geçen dizi o eski özlediğimiz yıllara bizi götürüyor. Sefarad Yahudisi olan Matilda’nın hapisten çıkışıyla dizi başlıyor. Matilda karakterine can veren muhteşem duruşu, mimikleri ve oyunculuğuyla Gökçe Bahadır gönlümüzde ayrı bir taht kuruyor. Matilda hapse girdikten sonra doğan çocuğu Raşel’i hahama teslim eder ve uzun bir süre görmez. Hapisten çıktıktan sonra kızını görmeye giden Matilda ve Raşel ilişkisine bağlı olarak hikaye devam eder.

1950’lerin dramatik olaylarını, gerçeklerini ve dokusunu anlatan bir Netflix dizisinden beklediğimi buldum diyebilirim. Özellikle Salih Bademci’nin canlandırdığı Selim Songür karakteri efsaneydi. Salih Bademci pandemi dönemi ve sonrasında 2 dijital proje ve 1 TV dizisinde yer aldı. Çok başarılı olduğunu söylemeye gerek yok bence. Eğlence dünyasına farklı bir renk katmak üzere ürettiği projeyi sunmak üzere birçok Kulüp’e gidip red edilen Selim Songür, Orhan’a (Metin Akdülger) hayalini satar. Zeki Müren esintilerini gördüğümüz Selim Songür bana çok samimi, içten ve bizden geldi. Salih Bademci’ye bir kez daha hayran kaldım.

Kulüp’ün müdürü olan Çelebi karakterini canlandıran Fırat Tanış yine kendisine yakışır bir oyunculuk sergilemiş. Ya aileden ya da toplumsal baskılardan dolayı mutsuz bir hayatı olup kötü insan karakterlerini Fırat Tanış’ın çok iyi oynadığını düşünüyorum. Bu arada ilk defa kendisini sakalsız görmüş olabilirim ve yakışmış da. Uzun zamandır ekranlarda görmediğimiz Barış Arduç’u yine yakışıklı ve serseri bir rolde görüyoruz. Netflix yapımında ilk defa oynayan Barış Arduç rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Asude Kalebek’i daha önce hiçbir dizi ya da filmde görmedim açıkçası. Yetimhanede büyüyen, şımarık ve yaramaz bir Yahudi kızı olan Raşel’i canlandırıyor. Diziyle birlikte birçok yeni projeden teklif alması beklenen oyuncu, Raşel karakterini oynarken çok zorlandığını ve bambaşka bir insan oldum diyerek ne kadar önemli bir işe imza attığını röportajlarında dile getiriyor.

Oyunculukları dışında müzikleriyle de dikkat çeken Kulüp dizisi Salih Bademci’nin hayat verdiği Selim karakterinin her bölüm hem danslarıyla hem de sesiyle seyirciyi mest ediyor. Ünlü sanatçıların besteleri ve güftelerinin bulunduğu dizinin 3.bölümde Cemal Süreyya’nın şiirini Fazıl Say’ın bestelediği “Dört Mevsim” şarkısının dinliyoruz. Sezen Aksu’ya ait Masal şarkısını ise Selim sahnede söylüyor. Aynı zamanda 4.bölüme özel Kenan Doğulu’nın beste verdiğini de sizlerle paylaşmak isterim. Diziyi beğenmekle birlikte son bölümün bittiğini pek anlamadığım ve böyle aniden bitirdiklerini düşündüğüm sezon sonu olduğunu belirtmeliyim. Emeği geçen herkesi kutlar ve Kulüp dizisini izlemenizi tavsiye ederim.

Hafıza Odası

Yılın en çok tartışılan sergisi olan Ahmet Güneştekin’in Hafıza Odası sergisinden haberiniz var mı? Ben 29 Aralık 2019 tarihinde İstanbul’da Pilevneli Galeri’de sergiyi ziyaret edenlerdenim. Çok beğendiğimi İnstagram hesabımda bir çok fotoğraf ve videoyla paylaşmıştım. Linke tıkladığınızda göreceğiniz resim merdivenlerden aşağıya inince Hafıza Tepesine çıkan bir siyah beyaz bir odaydı: https://www.instagram.com/p/B6qNTFkpU8f/

Şimdi gelelim, Ahmet Bey’in sergisinin tartışma yaratma sebebine. Ekim ayında Diyarbakır Ticaret Odası Hafıza Odası Sergisi’ni Diyarbakır halkıyla kavuşturdu.Teklifin Ticaret Odası’ndan gelmesine çok sevinen Ahmet Güneştekin tüm eserlerini sergilemekten gurur duyduğunu canlı yayında dile getirdi. Kendi mahalle ve yuvamda eserlerime ilgi gösterilmesi çok hoşuma gitti dedi. Serginin tartışmaya neden olmasının sebebi ise; Diyarbakır’da yapılanın sergi değil, Kürt halkının, Amed halkının bütün değerlerine ihanet olduğu hatta sergide gösterilen tabutların faili meçhul cinayetler olduğu savunulmuştu. Ahmet Güneştekin’de yapılan bu açıklamalara karşı, sergimin tartışma yaratacağını biliyordum. Çok büyük acılar yaşandı, bazı çocuklarımız doğmamıştı bile. Sanatçı belgedir, yaşananları resmeder. Yaşanan gerçek acıları hatırlatmak, toplumun hafızasını tazelemek benim bir sanatçı olarak görevim demiştir.

İki sene önce gittiğim sergiyi dün gibi hatırlıyorum ve hatta bu kadar güzel eserlerin neden az ilgi gördüğünü o gün kendi kendime düşünmüştüm açıkçası. Meğerse olayın politik tarafı da varmış ve ben o açıdan bakmamışım ve hiçbir zamanda o zihniyetle yaklaşmayacağımı bildiğim için aklıma bile getirmemişim. Ülkenin yüzyıllık hafızasını sorgulayan bir sergi, yaşananları gösterince sanatçının kötü olma durumuna hepimiz Türkiye’de alışkınız. Ama çirkin olan şey şu ki bu çok alışkanlık haline gelmiş ve linçler artmıştır. Sanat gerçeğin karanlık yüzünü gösterince yaşanan olaylar tekrar gözlerde canlanır. Ahmet Güneştekin, bir insana yapılabilecek en büyük işkence bir şeyi zorla sevdirmektir derken ne kadar da bağımsız ve hiçbir partiye yakın olmadığını tekrar dile getirdiğinin kanıtıdır. Eserler sadece Kürtlerin acılarından değil asırlık yaşanan trajedilerin ürünüdür. 

Ahmet Güneştekin, dünyanın en önemli sanat merkezlerinde eserleri sergilenen uluslararası bir sanatçı. İstanbul’da beklenen değeri görmemesinin sebebi belki de daha özgür ve fikri açık bireylerin sergiyi ziyaret etmesi. Özellikle beni Hafıza Tepesi çok etkilemişti, geçmişin hafızamızda bu kadar yer etmediğini sergiyi gezerken fark ettim. Geçmişimiz unutulmaya direniyor ve bizde bu dirence karşı çıkmamalıyız. Aralık’ta Dubai, Ocak’ta Londra, yıl sonu Rusya’da ve tarihi henüz belli olmayan Finlandiya’da Klasik Müzik Festivali ile beraber Hafıza Odası Sergisi sergilenecek. Ahmet Bey’den duyduğumda çok mutlu olduğum ve sizinle mutlaka paylaşmam gereken bir haber daha var. İzmir’de daha büyük, kapsamlı ve farklı bir sergi planladığını çünkü İzmir halkının bunu hak ettiğinden bahsetti. O yüzden beklemede kalın, tarihler netleşince sizlere söz haber vereceğim 🙂

Dijital Topuklar 2021 Zirvesi

20 Ekim’de Gülbin nam-ı değer yengem bana online bilet aldığını söylediğinde Dijital Topuklar’ı hiç tanımıyordum. Gülbinitoma çok teşekkür edip araştırmaya başladım zirveyi fakat pek de bildiğim konferanslara benzemiyordu. Neyse 1 Kasım geldiğinde anlarız dedim. Hem Süleyman Seba Kültür Merkezi’nde hem de dijital olarak hibrit bir şekilde organize edilen Dijital Topuklar 2021 Zirvesi 1 Kasım’da yani 2 gün önce gerçekleşti. Gülbin mekanda katılımcı olurken ben de canlı yayına katılım gerçekleştirdim. Onlar güldükçe ya da şaşırdıkça bende ofiste aynı moda giriyordum. 

Dijital Topuklar, 2015’den beri zirve düzenleyen kadın topluluklarından bir tanesidir. Bu senenin konusu #sahipçık teması altında, Bedenine, Hikayene, Eğitime, Haklarına, Hayallerine, Siyasete, İçeriğine Sahip Çık idi. Her sene 1 Kasım’da yapılan Dünya Dijital Topuklar Günü’nün bir de fayda sağlayan bir tarafı var. Bilet satışından elde edilen gelirin bir kısmı sivil toplum kuruluşlarına (stk) bağışlanıyor. Daha önce Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nı (ALİKEV) desteklemişler bu sene ise konuşmacıların bireysel olarak seçecekleri stklara bağış yapılması kararı alınmış. Etkinliğe katılamayan ama destek olmak isteyen kişiler “askıda bilet” uygulamasıyla üniversite öğrencilerine ya da bilet ücretini karşılamakta zorlanan bireylere destek olabilmektedir.

Gelelim konuşmacılara. Öncelikle her panelde ayrı bir keyif aldığımı ve çok şey öğrendiğimi belirtmek isterim. #TarihineSahipÇık panelinde Fatmagül Berktay, “Tarihin Cinsiyeti” kitabından alıntılar yaparak dijital dünyada yazdıklarımızın ideolojik bilim ve tarihçiliğinden bahsetti. Zeynep Gönenli ve Aslı Alpar sosyal mecralardaki paylaşımların farkındalığı ve sosyal medyada vermek istediğimiz mesajı nasıl daha fazla kişiye ulaştırabileceğimizden #İçeriğineSahipÇık diyerek bizlere anlattı. Pandemi süresince dünyada okullarını en uzun kapatan ilk dört ülkeden biri olan Türkiye’nin bu dönemde nasıl bir strateji uyguladığını Burcu Meltem Arık ve Gökhan Atik #EğitimineSahipÇık diyerek katılımcılarla paylaştılar.

Beni en çok etkileyen ve tüylerimi diken diken yapan kişi ise Seben Ayşe Dayı idi. Kendisiyle gurur duymanın dışında kesinlikle sizde bir gün Seben ile tanışıp sohbet etmelisiniz çünkü hepimizin ondan öğrenecek çok şeyi var, eminim. Seben “Erişebilir Her Şey” girişiminin kurucularından. Engelli bir birey olarak; engelli mi, engellenen mi? diyerek panelde hepimizin kafasında soru işareti bıraktı.  Herhangi bir ürüne, hizmete değil aslında eğitime, ulaşıma, politikaya, hukuka ulaşamadığımız şeylerden #ErişebilirliğeSahipÇık diyerek Seben bizi düşündürdü. Deniz Öztürk #HaklarınaSahipÇık derken mekanda adalet ve toplumda cinsiyet sayısının eşitsizliğinden bahsetti. Avukat Tuğba Tüfek Türkan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmamız gerektiğini, toplumsal cinsiyet adaletsizliğini kadının beden haklarını nasıl etkilediğini, kürtaj hakkından bahsederken #HaklarınaSahipÇık dedi.

Ayşen Şahin’i televizyonlardan tanıyordum. Bu panelde siyasetten ve siyasetin güçlenmesinde kadının dayanışması gücünden ve siyasette cinsiyetin rollerinden #SiyaseteSahipÇık. Kendisini her dinlediğimde inanılmaz keyif aldığım, zekasına ve sesine hayran kaldığım memleketlim Nuri Harun Ateş’de #HikayeneSahipÇık dedi. İzlemediyseniz vereceğim linkten yaşam hikayesinin detayına ulaşabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=yPSTHm5rdQc

Panelde ailesinin nasıl onu bir türlü kabullenemediğini, oğlan çocuğu bedeninde kız çocuğu olmanın zorluğunu, sistemin dışında kalan bir birey olarak ailesinin desteklemediği birini toplum nasıl destekler #HikayeneSahipÇık diyerek bizleri keyifli anlatımıyla mutlu etti. Ceyda Düvenci de #HikayeneSahipÇık temasında konuştu. Ceyda Düvenci’nin annesinin görme engelli olduğunu o gün öğrendim. Görmeyen bir annenin kızıyım ben ama o beni ben senin nasıl biri olduğunu bilmeyerek ama her şeyi benim yerime de görerek büyümeni istiyorum dediğinden ve kariyerindeki yaşadıklarından bahsetti. 

Kapanış Kalben’le yapıldı. Kalben’in alkolik bir babaya sahip ve şiddete maruz kalan küçük bir kız çocuğu olduğunu bu zirvede öğrendim. Yaklaşık 30 dakika hikayesini çok güzel bir mizansenle anlattı. #BedenineSahipÇık derken, varoluştan itibaren kadınların sahip olduğu bedene önce kendisinin saygı duymasını ve sonrada topluma bunu kabullendirmesi gerektiğinden bahsetti.

İnanılmaz keyif aldığım ve kadın olmakla gurur duyduğum bir zirveye katıldım. Takvimime not aldım ki bundan sonra her 1 Kasım’da Dijital Topuklar’a dahil olacağım. Sizde kaçırmamalısınız, benden söylemesi…

Şüphe Değil, Kundaklama!

Gökçe Erhan 38 yaşında Trabzon’un Sürmene ilçesinin Çamburnu Köyü’nde doğan bir kadın. Mimar Sinan Resim bölümünü birincilikle bitirdi ve ressam olarak sanatını icra etmeye başladı. Sakıp Sabancı Sanat Ödülü’nü alan Gökçe İstanbul, Londra, Münih gibi mega kentlerde resimlerini sergiledi. Uzun zamandır doğup büyüdüğü Sürmene Çamburnu’da ailesinden kalan 150 yıllık köy evinde yaşıyor. Ve evini inandığı şeyleri baz alarak çöp üretmeyen ekolojik malzemelerle inşa etti.

Biraz önce başarıyla dolu bir kadın ressamın geçmişini okudunuz. Şimdi gelelim Gökçe’nin inandığı ve savunduğu şeylere. İstanbul’dan Trabzon’a döndüğünde Çamburnu Doğa Kültür Sanat Derneği’ni kuruyor. Bu derneği kurmasının amacı, doğayı ve sanatı bir arada yaşatabilmek. Bugün Gökçe Çamburnu’na yapılmak istenen kültür balıkçılığı tesislerinin deniz ekosistemine vereceği zarar hakkında bir basın açıklaması yapacaktı. Hazırlıklarını yaptı ve fakat basın açıklaması öncesi evinde yangın çıktı. Şalterleri kapatıp, bilgisayar ve telefonunu alıp çıkan Gökçe ölümden döndü. Lakin elektrik kontağından mı yoksa bu yangının kundaklama mı olduğu araştırmalar sonrası öğrenilebilecek.

Peki 150 yıllık aile yadigarı 2 katlı evi kül olan bu güzeller güzeli ressam oturup, ağlayıp, sızlayıp hayata küstü mü dersiniz? Tabi ki hayır! Gözleri yaşlı, kültür balıkçılığının çevreye vereceği zarardan bahsetmeye devam etti. Basın açıklamasında, bu tarz yapılan projelerin kafeslerde büyütülen balıkların besin zincirinin bozulmasına neden olacağını ve denizlerde yakalanan küçük balıkların bu tarz balık çiftliklerinde yem olarak kullanacağı için küçük deniz balık soyunun tükenmesine neden olacağına vurguda bulundu. “Ben bir ressam olarak oradaki her ayrıntıyı aynı şekilde resmedebilirim. Yanan evimi tekrar ayağa kaldırabilirim ama denizi kaybettiğimizde bu geri döndürülemez” derken idealleri için mücadele veren bir Türk kadınıyla nasıl gurur duyduğumu size anlatamam.

Şimdi soruyorum size her canlının hakkını canla başla savunan bu pırıl pırıl sanatçının evi sizce yandı mı yoksa kundaklandı mı? Bu ülkede rant çeteleri elini kolunu sallaya sallaya gezerken Gökçe doğayı savundu diye sizce diri diri yakılmak istenmiş olamaz mı? Eğer kundaklamaysa Gökçe evdeyken başlatılan bir yangından bahsediyoruz! Çok şükür ki Gökçe kurtuldu ama siz bu sorularımı bir düşünün ve nasıl insanlarla birlikte nefes aldığımızı bir sorgulayın isterim…

Meme Kanserinin Farkında Mıyız?

Ekim ayı bir farkındalık ayı. 2004 yılından beri Dünya Sağlık Örgütü meme kanserinde erken teşhisin önemini ve meme kanseri farkındalığının uygulanması amacıyla 1-31 Ekim tarihlerini meme kanseri bilinçlendirme ve farkındalık ayı olarak belirlemiştir.

Sadece kadınlarda görülmeyen, meme hücrelerindeki kontrolsüz çoğalmayla ortaya çıkan meme kanseri ülkemizde ve dünyada sık görülen, hızlı ilerleyen bir kanser türüdür. Türkiye’de her 8 kadından 1’İ meme kanseri riskiyle karşı karşıya kalıyor. Meme kanseriyle ilgili maalesef doğru olduğunu sandığımız halbuki yanlış olan birçok bilgi mevcut. Mesela, sadece aile öyküsünde meme kanseri olanlar risk grubundadır bunlardan bir tanesi. Kadınların %70’i risk altındadır dolayısıyla benim ailemde yok ben olmam diye bakmamak lazım duruma. Evet yakın akrabalarda görülen meme kanseri, hastalığa yakalanma riskini arttırıyor o bir gerçek. Balenli sütyen takmak meme kanseri riskini arttırır gibi düşüncelerde yaygın fakat uzmanların yaptığı açıklamalara göre, giydiğiniz giysi türlerinin hiçbiri meme kanserine sebebiyet vermeyeceği yönünde. Bunlardan başka bir tanesi de memede ne kadar fazla kitle varsa o kadar kanser riski artar. Halbuki memelerdeki kitlelerin %80’ini iyi huyludur. Memede bulunan tüm kitleler kanserdir diye bir şey söz konusu değildir. 

Peki meme kanseri olma potansiyeline sahip kişiler kimlerdir? Kadın olmak bunların başında geliyor, yaş almak, kalıtsal genlere sahip olmak, ailede meme kanseri öyküsü olması, erken adet görmeye başlamak, menapoza 55 yaşından sonra girmek gibi faktörler meme kanseri riskini arttırıyor. Düzenli kontrol sayesinde erken teşhis konulup meme kanserinden kurtulunabilir. Meme kanserinde en sık görülen belirtiler; memede ağrısız büyüyen bir yumrunun ele gelmesi, meme yada meme ucunda ağrı, meme derisinde kaşıntı, memede portakal kabuğu görünümü, meme ucunda akıntıdır.

Meme sağlığı ve erken teşhisin önemiyle ilgili birçok marka projeler üretmekte. Bunlardan bir tanesi Paşabahçe’nin “Bugün su içtin mi?” çalışması. Suyun hayatımızdaki yerine vurguda bulunmak için pembe kapaklı şişelerde sunulan suların satışından sağlanan katkı payı Türkiye Meme Vakfı (MEVA)’ya gönderiliyor. Swarovski, Pink Hope koleksiyonuyla satışların %20’sini meme kanseri tedavisine destek vermek amacıyla MEVA’ya bağış yapıyor. Caribou Coffee ise, ekim ayı boyunca satılacak pembe kurdeleli ürünlerin gelirlerinden meme kanseri bilinçlendirme çalışmalarına katkıda bulunuyor.

Meme kanserinde erken teşhisin önemine vurguda bulunan “Pembe Top Sahada” projesinde bu sene Demet Özdemir, Anadolu Efes  ve UNICS Kazan Euroleague maçında Pembe Top’u havaya atarak maçı başlattı. Erken tanının farkındalığı için Koç Üniversitesi Hastanesi Kansersiz Yaşam Derneği ile sahilde pembe konvoy gerçekleştirdi. Pembe balonlarla bisikletlerini süsleyen gönüllüler, meme kanserine dikkat çekmek için etkinliklere devam edeceklerini dile getirdiler.

Bu işi şakası, ırkı, yaşı yok. Meme kanseri farkındalık ayında hepimiz bilinçlenelim ve farkında olup, geç kalmayalım.

Tek Kart’la Türkiye

Twitter’da gezinirken Türkiye Kart haberi dikkatimi çekti ve araştırdım. Artık tek bir kart ile tüm Türkiye’yi gezebileceğimizi öğrendim. Şu anda Türkiye’nin her şehrinde kendine özgü bir ulaşım kartı var ve o kart sadece o ilde geçerli oluyor. Dolayısıyla hangi şehirdeyseniz o şehrin toplu taşıma kartına sahip olmanız gerekiyor. Neyse ki bu sorunu ortadan kaldıracak bir çözüm bulundu.

6-7-8 Ekim’de yapılan 12.Ulaştırma ve Haberleşme Şurası’nda PTT Genel Müdürü Hakan Gülten, toplu taşımada tek kart döneminin sinyalini verdi ve “İstanbul’da almış olduğunuz bir kartla Konya’daki toplu ulaşım araçlarına binebileceksiniz” dedi.

Tüm belediyelere toplu ulaşım sistemlerini Türkiye Kart’a göre revize etmelerini ve bütün kartlarda geçerli olması için gerekli teknolojik yatırımın yapılmasını söylenmiş durumda. Belediyelerle yapılan anlaşmalarla teknik entegrasyonlar tamamlanıp tüm Türkiye’de geçerliliği sağlanması planlanıyor. Konya’yı pilot bölge seçerek işlemler başlamış ve dönüşüm için tüm belediyelerin anlaşma sağlanması bekleniyor.

İllaki hepimizin aklına gelmiştir tek kart projesi lakin kimse bunu aksiyona çevirmemiştir. Kart israfının önüne geçilmesine ve cebimizde tek kartla tüm Türkiye’yi gezebileceğimize çok sevindim açıkçası. Çünkü cüzdanda her şehrin kartına yer bulmamız mümkün değil. Maddi anlamda da oldukça avantaj sağlayacak bir uygulama olacaktır. Aynı zamanda dünyada örnek bir teknolojiymiş, hep birlikte yaşayıp görelim…

Dijital Flört Şiddeti I

İlişkilerde yaşanan sorunlar pek çok nedenlerden dolayı ortaya çıkabilir ve bu nedenlerin farklı çözümleri olabilir. İlişki sorunlarını üstü kapatılmadan, açık açık konuşarak çözülmesi en etkin yöntemdir. Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre öğrencilerin yüzde 78,1’i flört şiddetine maruz bırakıldıkları bir ilişki yaşıyor. Araştırmanın sonucuna göre cinsellik konusunda hayır cevabını kabul etmeme ve ikna etmeye çalışma davranışı, sevgi kelimelerinin paylaşılmaması ve başkalarının yanında yapılan küçük düşürücü söylemler flört şiddeti olarak görülüyor. 

Pandemiyle birlikte ilişki dinamiklerinin de değiştiğini hatırlarsanız Dijital Flörtleşme yazımda ele almıştım: https://eliferbak.com/dijital-flortlesme/ Şimdi size değişime uğrayan sevgi ve bağlılık kavramlarından bir tanesinden bahsetmek istiyorum. Son zamanlarda bazılarınızın belki örneklerini duyduğu fakat ismini bilmediği bir terim ile sizi  tanıştırayım “ghosting”, Türkçesi “hayaletleşme”. Adından da anlaşılacağı üzere “biriyle aniden tüm iletişimi durdurarak ilişkiyi sonlandırmak” olarak tanımlanıyor. Yaşanılan ilişkilerde bazen tek taraflı bazende karşılıklı ilişki sonlandırma söz konusu olabiliyor fakat bu “ghosting” ile sonlanan ilişkilerde hiçbir açıklama yapmadan, hiç var olmamışçasına ortadan kaybolma durumu oldukça tuhaf oluyor. Bu duruma maruz kalan kişiye “ghostee”, ilişkiyi bir anda sonlandıran kişiye de “ghoster” deniyor.

Kossler, Kohut ve Campbell’e göre ghosting ile sonlanan ilişkilerin çoğu kısa süreli ve bağlılığın az olduğu ilişkilerdir.*  Aidiyet sorunu yaşayan kişilerde sıkça görünen bu kavram son zamanlarda dijital ilişkilerde daha çok ortaya çıktı. Flörtleşme döneminde yaşanılan mesajlaşmalar, aramalar, ilgi ve alakanın bir anda kesilmesi durumu “ghostee” tarafında hayal kırıklığı, kaygı ve kimseye güvenmeme gibi duyguların tetiklenmesine neden olmaktadır. Hatta başkalarının üzerinde yeterince iyi  bir izlenim bırakamadıklarından şüphe duyarlar ve kendilerini suçlarlar.


Ghoster için durum ise daha kolaydır. Açıklama dahi yapmadan ilişki içerisinden çıkma durumu duygusal yükten kurtulmalarına neden olur. Herhangi bir ayrılık konuşması ve veda sahnesi yaşanmadığı için öfke, hayal kırıklığı ve hüzün yaşamazlar. Buda bir nevi öfkenin pasif agresif dışa vurumudur. Çünkü bazı hayaletler konuşmak ve anlatmak öfkelerinin aktif hale gelmesini sağlar, kişiler bu şekilde yaparak kaçınma tepkisi vermektedir.

Sonuç itibariyle ilişki içerisindeyken bir anda yok olma durumuna maruz kalan partnerin yaşadığı flört şiddeti olarak adlandırılıyor. Eğer hayatınızda “ghostee” durumunda kaldığınız bir ilişki olduysa terk edilme, beğenilmeme, sevilmeme duygularına kapılmanız çok normal, sadece bu hissiyatları yaşayıp ve kabul edip daha sonra kendinizi onarabilirsiniz. Eğer ki “ghoster” bir yapınız varsa, empati yapın ve karşı tarafın böyle bir durumda ne hissettiğini oturup düşünün, bir daha da karşı tarafa böyle bir şiddet uygulamayın.


*http://www.beyazpsikoloji.com/Blog/5038/bir_varmis,_birden_hayalet_olup_yok_olmus_ghosting_kavramina_yakindan_bakis

Ekonomide Şahlanış

Gündemi takip etmekte artık zorlanıyorum. Gece yatıyoruz sabah kalkıyoruz olanlar olmuş. Son 4 yılda 3 Merkez Bankası Başkanı değişti. Değişmekte denmez aslında gece yarısı görevden alındılar desek daha doğru olur. Bir uyanıyoruz düne göre daha fakiriz. Talimatla kur ve faizi değiştirmeye çalışan bir yönetim şeklinden ne beklenir ki…

Dolar/Türk Lirası’nın ve enflasyonun yükseldiği bir dönemde faiz indirimine karşı çıkan yöneticileri de görevden alarak ülkeyi daha zengin yapabileceklerini düşünüyorlar sanırım. YouTube’da finans alanında uzman Profesör Özgür Demirtaş’ı takip ediyorum. Türk Lirası’nın değer kaybını ve ne yapılması gerektiğiyle ilgili yazın bir video yayınlamıştı size o videodan kısaca bahsetmek istiyorum.

Alışveriş yaparken aldığımız et, süt, yumurta, ayakkabı gibi ürünleri Türk Lirası ile alıyoruz lakin her ürünün dolara endeksli olduğunu unutuyoruz. Rezerv para birimimiz bile dolar mesela. Dolayısıyla Türk Lirası Dolar karşısında değer kaybettikçe alım gücümüz düşüyor, tüketebileceğimiz ürünlere ulaşmamız zorlaşıyor. Hükümetin yürüttüğü Merkez Bankası ve faiz politikasının yanlış olmasından dolayı ekonomi sıkıntıya giriyor. Vakti zamanında faizleri olmaması gerektiği kadar düşük tuttuğumuz için ipin ucu kaçtı. Peki şimdi ne yapmalıyız? Cevabı açık ve net. Cari açığımız gün geçtikçe fazlalaşıyor ve bu açığı kapatmak için katma değerli ürünler üretmemiz lazım. Katma değerli ürün üretmemiz içinde nitelikli çalışana ihtiyacımız var. Nitelikli çalışana sahip olmamız içinde eğitime değer vermeli ve eğitim sistemimizi geliştirmemiz gerekiyor. Katma değerli ürünler üretirsek, ihracat satış hacmimiz artacak, istihdam artıp işsizlik düşecek, diğer ülkelerle katma değer ürün alışverişi başlayacak, Türk Lirası değer kazanacak gibi gibi ekonomiyi iyileştirecek bir zincir oluşacak.

Ekonomide “sözlü yönlendirme” diye bir kavram vardır, bende iktisat dersinden bu terimi hatırlıyorum. Sözlü yönlendirme kavramını en iyi yapan ülkelerden bir tanesi Amerika Birleşik Devletleri’dir. Enflasyon yükseliyor ve faizleri arttırmak istemiyorlarsa  Merkez Bankası Başkanı çıkar ve faizleri arttırabiliriz der. Aksiyona geçmeden sadece sözlü olarak enflasyonu düşürürler. Bu tarz “sözlü yönlendirme”ler doğru kişilerle doğru zamanlarda yapılınca ekonomiye can verdiği gözlemlenmiştir. Türkiye’de yaşadığımız ise maalesef kötü sözlü yönlendirme örneğidir. Faizleri hemen indiriyoruz derler ve indirirler böylece Türk Lirası değer kaybeder. Rezervlerimizi satarak başka bir para biriminin değerini tutamayacağımızı artık öğrenmemiz gerekiyor.

Ekonominin bu gidişatına dur demek için yapısal reform şart. Merkez Bankası bağımsız ve şeffaf olması gerekiyor. Akademisyenlerden oluşan bir yönetim kadrosuyla yönetilmeli. Risklerin azaltılması, siyasi çekişmelerin son bulması ve tansiyonun düşmesi bize nefes aldıracaktır, buna inanıyorum…

Atıksız ve Rantsız Türkiye

Atıksız bir toplum yaratmak için çabalıyoruz. Az olanla yetinmek, daha sade yaşamak hem kendimize hem de doğaya iyi geliyor. Atıksız yaşam uzun zamandır gündemde olan ve alternatif çözüm önerileri sunulan bir konu. Geçen hafta İstanbul’da atık kağıt depolarına polis baskın düzenledi ve depoların kapatılmamasını isteyen kağıt toplayıcılarını gözaltına aldı.

Polis ve zabıta ekipleri kağıt işçilerinin kaldığı evlere ve kağıt toplama alanlarına baskın yaparak 200’e yakın kağıt işçisini gözaltına aldı. Kağıt işçilerinin atık toplarken kullandığı malzemelere de el koyan polis, birçok depoyu mühürlemiş durumda. Bunca sene topluma fayda sağlayan bir iş yapan emekçilerin işlerini ellerinden almalarının bir sebebi olmalıydı. 23 Ağustos’ta İstanbul Valiliği kağıt toplayıcılığın yasaklanması yönünde bir karar aldı ve sonrasında baskınlar başladı. Kağıt toplama işleminin yasaklanma sebebi, çevre ve halk sağlığı sorunlarına neden olması olarak açıklansa da durup düşününce arkada başka nedenlerin olduğu anlaşılıyor.

Hatırlarsanız Emine Erdoğan “Sıfır Atık Projesi”yle hayatın her alanında geri dönüşümü yaşam biçimi haline getirmeliyiz diyordu. Gebze’de bir tesis kuruldu ve aslına bakarsanız kurulan tesiste kağıt toplama depolarında yapılan işlemlerin aynısı yapılıyor. Atık toplayan işçilerden bir tanesi “bizim topladığımız kağıtlar devlete gidiyor, Gebze’de yapılan fabrikadaki malları belediye alacak deniyor onu da devlet alacak demektir. Binlerce kişi mağdur, nasıl geçinecek bilmiyorlar. Seçimden önce kapı kapı dolaşıp bizden oy istiyorlardı, şimdi ne oldu?” diye soruyor.

Geri Dönüşüme Katkı Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Salman Yıldırım “insanlar çöpe giden malzemeleri alıyor, ayrıştırıyor ve kullanılabilir hale getiriyor. Depolara tedarik ediyor. Burada ciddi bir rant var ve ciddi bir para var. Valilik bunu gözeterek Sıfır Atık Projesi kapsamında kendi yandaşlarına peşkeş çekmeye çalışıyor. Emine Erdoğan’ın projesiyle kendi yandaşlarına alan açıyorlar. Belediye ihale açıyor 10 kişi katılıyor, bu ihaleyi AKP’li bir meclis üyesi alıyor ve tekelleşiyor. Belediyeler Valiliğin çıkardığı kararnameden destek alarak bu alanı kapatıyor”* diyerek aklımdan geçenleri dillendirmiş oldu.

Bazı kuruluşlar atıksız bir toplum için projeler geliştiriyor, topluluklar yaratıyorlar ve bu konuda çalışmalar yapıyorlar. Hem bireysel hem de kurumsal atıksız yaşam için gönül vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Lakin okuduğum haberlerden, edindiğim bilgilerden sonra ne yaparsak yapalım zengin olan daha çok zengin olmak için insanların emeklerini ellerinden aldıklarını görüyorum bu da beni mutsuzlaştırıyor. Toplumun yararı için yapılan çalışmalarda bari rantı düşünmeyin, çevreyi korumak için bırakın hep beraber çalışalım…

*https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/polis-baskinina-ugrayan-atik-kagit-iscilerinden-emine-erdogan-iddiasi-1874816

Söyle Twitter, Ne Oldu Bize?

Pazartesi (04.10.2021) akşam saatlerinde başlayan ve yaklaşık 7 saat süren WhatsApp, Instagram, Facebook ve Oculus sunucularındaki sorun internetin hayatımızdaki yerini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Tarihin en uzun kesintisini yaşayan Facebook ve ailesi hepimizin aklına karpuz kabuğu düşürdü. Sosyal medya kullanıcılarının bir anda Twitter ve Reddit’e giriş yapması gündemdeki hashtagleri belirledi diyebiliriz. Peki neydi bu kesintinin sebebi ve Facebook ailesi ne gibi müdahalelerde bulundu, hepsini sizlerle paylaşmak istedim.

Aslında sorun Kaliforniya’da sabah 08:50 sularında yaşandı. Cloudflare CTO’su John Graham- Cumming, ağların internet üzerinden başka ağa veri göndermesinin en hızlı yolunu bulmak için kullanıldığı bir sistem olan Sınır Geçit Protokolü’nde (BGP) Facebook’un iki dakikalık güncelleme sırasında internetten kaybolduğunu dile getirdi.* Anlaşılan iki dakika süresince süren güncelleme Facebook, WhatsApp, Instagram ve Oculus’a 7 saat ulaşılamamasına sebep olmuş. Bilişim sektöründe çalıştığım ve bir kaç uygulama projesinde yer aldığım için, yapılan güncellemelerin uygulamayı patlattığı yani çalıştırmadığı ya da sorun oluşturduğu durumlar söz konusu olabiliyor. Söylenene göre, internet üzerinden ana makine güncellemelerinin gönderilmesine izin veren model olan BGP ile Facebook alt yapısının iletişimi kesildi ve 4 yazılımında dış dünyadan kopmasına sebep oldu. Erişim probleminin ciddiyetinin farkında olan markalar hemen “problemin farkındayız, en kısa zamanda sorunu gidereceğiz ve bu erişim sorunundan etkilenen kullanıcılardan özür dileriz” şeklinde açıklamalar yaparak benim gönlümü kazandılar. Hatırlarsanız her kriz öyküsü yazımda bir sözcünün konuyla ilgili şeffaf bir şekilde açıklama yapmasının kriz iletişimi yönetiminde inanılmaz bir rol oynadığını belirtip duruyorum. Bu arada Facebook sadece dış dünyayla değil, kendi içlerinde de bağlarını koparmış. Söylentilere göre Facebook çalışanları iş yerlerine girememişler ve Facebook sunucuların hacklenmesi, verilerin çalınma konusu Twitter’da trend topic haline geldi. Sorunun çözülmesinden sonra Facebook, sunuculara herhangi bir saldırının olmadığı ve kullanıcı verilerini de kimsenin erişmediği yönünde bir açıklama yapma gereği duydu.

En çok kullanılan uygulamalara ulaşım sağlanamazken herkes Twitter’a hücum etti ve böylelikle etkin Twitter kullanıcılarının eline malzeme geçmiş oldu. Hatta Facebook, WhatsApp ve Oculus’un Twitter hesaplarından açıklama yapması Twitter kurucusu Jack Dorsey’i bile güldürdü. Sorun 7 saat sonra çözüldü belki ama Facebook’un itibarı önemli bir kayıp yaşadı. Fortune ve Snopes verilerine göre, şirket yaklaşık 60 milyon $ ve hisse değerlerinde ise %5’lik bir kayıp olduğu belirtiliyor. Bu olaydan sonra Mark Zuckerberg’in servetinin 7 milyar $ azaldığı, Facebook’un kapalı kaldığı saat boyunca 220.000 $ kaybettiği hesaplanmış durumda.

Sıklıkla kullandığımız sosyal mecralardan uzun süreli uzak kalmamız bir açıdan hepimizi huzura erdirse de başka bir açıdan da Instagram üzerinden satış yapan işletmeleri olumsuz etkilediğini de belirtmek isterim. Ülkemizde akşam saatlerine tekabül eden erişim sıkıntısı, ABD’de sabaha denk gelmesi birçok içerik yöneticilerini, dijital satış ve pazarlamacıları maddi ve manevi etkilediğini söyleyebilirim.

İşlerini internet üzerinden yürüten firmaların buradan çıkaracakları ders, tek bir alt yapı üzerinden değil, dağıtık yapıda (öyle deniyormuş) çalışan topluluklarla iş yapmak olmalı. Twitter’in uzun süredir bu konuyla ilgili çalışmalar yaptığını ve bu şekilde yaşanabilecek sorunları önlemek için merkeziyetsiz bir yapıya geçeceğini bir makalede okumuştum. Darısı diğer uygulamaların başına diyelim 🙂

*https://webrazzi.com/2021/10/05/6-saat-suren-facebook-whatsapp-ve-instagram-kesintisinin-tum-detaylari/