Gerçek Kriz Öyküleri III

Krizler gelir, yaşanır, ders alınır ve yola devam edilir. Yaşanılacak ihtimallere göre kriz ekibi kurulur ve kararlar o günün şartlarına uygun şekilde belirlenir. Üzerinden 22 sene geçmesine rağmen Türkiye’nin en büyük felaketlerinden biri olan ve mutlaka gerçek kriz öyküleri serisinde yer alması gereken 17 Ağustos Marmara Depremi’ni kriz yönetimi açısından sizlere analiz etmek istedim.

1999 yılında 16 Ağustos’u 17 Ağustos’a bağlayan gece meydana gelen 7,4 büyüklüğünde ve 45 saniye süren yer sarsıntısı, Türkiye tarihinin en büyük ikinci depremi olarak kayıtlara geçti. Aslında merkez üssü Gölcük olan fakat tüm Marmara’yı etkileyen sarsıntı Marmara Bölgesi’nde birçok yerleşim yerini yerle bir etti. Resmi kayıtlara göre 17.480 insanımızın canına, 48.901 kişi yaralanmasına neden oldu. Bu rakamlar sadece fiziki olarak sağlığını yitirenleri içerisinde barındırırken, akıl sağlığını etkileyen vatandaşlarımızın sayısını hala bilmiyoruz. Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın kırılmasıyla meydana gelen 17 Ağustos Depremi’ne ilişkin en ikonik görüntü ise Gölcük’te denize yığılarak yok olan hayatlardı kuşkusuz. Deprem yüzünden 150.000’den fazla binada hasar oluştu ve o binalara oturulamaz raporu verildi. Depremden zarar gören çok sayıda iş yeri kapandı, fabrikalarda üretim aksadı hatta durdu. Türkiye’nin önemli üretim bölgesi olan Marmara Bölgesi’nin yara alması Türkiye ekonomisini de sekteye uğrattı.

Çarpık kentleşme ve kalitesiz malzeme kullanımı sonucu hepimiz ağır yara aldık. Büyük bir felaket ile karşı karşıya kaldık. Yaşanan can kayıpları bir yana, evsiz ve işsiz kalan vatandaşlar da çaresiz bir şekilde sokaklarda yaşam mücadelesi verdiler. Peki Marmara Depremi krizi nasıl yönetildi hatırlıyor musunuz? Artçılar devam ederken birbirimizle iletişim kuramadık çünkü telefonlar çekmedi, o zaman yeni yeni kullandığımız cep telefonlarında hatlar gitti. Marmara Bölgesi’nden haber alabilmenin tek yolu ya oraya gitmekti ya da televizyon karşısına geçmekti.

Depremin ertesi günü, devletin başındakilerden beklenen açıklamalar gelmedi. Ülkenin üzerine ölü toprağı serilmişti adeta. Televizyonlar aracılığıyla talimatlar veriliyordu çünkü tüm Türkiye kapsama alanı dışında kalmıştı. Hükümetin yetersiz kaldığı ve bizi yönetenlerin bu durumu soğuk kanlılıkla karşılayıp çözüm üretemediğini hep beraber görmüş olduk.

Çaresizlik içinde ne yapacağını bilmeyen ve yardım eline muhtaç olan kişilere ulaşamamak krizi yönetememek anlamına geliyordu. Halbuki kriz ortamlarındaki en önemli şey, sakin kalıp doğru bilgiye ulaşmak ve bu doğru bilgiyi aktarmaktır. Yanlış bilgi panik yaratabileceği gibi toplumu kargaşaya da itebilir. Medya aracılığıyla krizi yönetiyorsanız çok dikkat etmelisiniz çünkü izlenme oranlarını arttırabilmek için herhangi bir konuyu keskinleştirerek sunmak medyanın sık başvurduğu bir eğilimdir. Medya, riske konu olan olay veya durumla ilgili olarak “korku”yu arttırabilme gücüne sahiptir.* Marmara Deprem’inde devletin başında bulunan kişilerin görevini medya kuruluşları üstlenmişti adeta. Kriz iletişim koordinasyonunu büyük medya kuruluşları sağladı ve depremzedelerin ihtiyaç ve önceliklerinin neler olduğunu bu şekilde öğrenmiş olduk. Medya tüm Türkiye’ye bırakın korku salmayı, yardımlaşmayı, birlik ve beraberliğin önemini tekrar hatırlattı.

Marmara Depremi krizinde ilk yapılması gereken, yetkili mercilerden bir kişinin sözcü olarak atanması ve deprem sonrasında yaşanan olayların kontrolünün kendilerinde olduğunu göstermeleriydi. Doğru bilgilere sahip olduktan sonra, durumu medya ile paylaşacaklarının güvenini vermeliydiler. Yakın zamanda bizzat kendimin yaşadığı Samos Deprem’inden sonra size nacizane önerim; bulunduğunuz binaların zemin özelliklerine ve depreme dayanıklı malzeme kullanıp kullanılmadığına dikkat etmeniz. Çünkü biz yaşadığımız doğal afetler sonrası krizleri yönetmekte başarılı bir ülke değiliz. Deprem sonrası acil müdahale planı ve kriz iletişimi konusunda kendimizi ciddi anlamda geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

*İbrahim Zeyd Gerçik, Yöneticiler İçin Gerçek Kriz Öyküleri, 88

Gerçek Kriz Öyküleri III” ile ilgili 5 görüş

  1. Hakan Ceyhun

    Yine, güzel bir yazıyı, kaleme almışsın. Bahsettiğin konularda çok haklısın. Ancak, İstanbul için, kaçınılmaz sona doğru gidiyoruz bence. Eski binaların yenilenmesi, yani kentsel dönüşümde, maddi kaynak yetersizliği ve belediye mevzuatları nedeniyle, konu kilit oluyor.

    Yanıtla
  2. Yiğit

    Türkiye’nin kanayan yarası, kronik problemler, bir türlü çözüm üretilmeyen, ancak başımıza geldiğinde ah vah dediğimiz olaylar. Umarım gerekli merciler uyanır ve zamanında önlemler alınır. Uyandırma servisi gibi bir yazı olmuş, kalemine sağlık.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir